163. Takdirin Açıkça Bilineceği Kişi: Hz. Muhammed
İsa havarileriyle Erden'in ötesindeki çöle gitti ve öğle namazı kılınınca bir
palmiye ağacının yanına oturdu. Palmiye ağacının gölgesine de havarileri
oturdular.
Sonra İsa dedi: «Takdir öylesine gizlidir ki ey kardeşler, size diyorum ki
bakın, o yalnızca bir kişiye açıkça bilinecektir. O, milletlerin aradığı, Allah'ın
gizliliklerinin kendisine öylesine açık olacağı kimsedir; o dünyaya geldiği
zaman, onun sözlerini dinleyecek olanlar kutsanacaktır.. Çünkü bu palmiye
ağacının bizi gölgelendirdiği gibi, Allah da onları rahmetiyle
gölgelendirecektir. Yaa, nasıl bu ağaç bizi güneşin yakıcı ısısından koruyorsa,
Allah'ın rahmeti de, o kişiye inananları şeytan'dan öyle koruyacaktır.»
Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sözünü ettiğiniz bu dünyaya gelecek
kişi kim olacak?»
İsa kalb coşkusuyla cevap verdi: «O, Allah'ın Elçisi Muhammed'dir. Ve o
dünyaya geldiği zaman, yağmurun, uzun bir süre yağmur almadıktan sonra
yere meyve verdirmesi gibi, o da getireceği bol rahmetle insanlar arasında
salih ameller için bir fırsat olacak. Çünkü, O, Allah'ın rahmetiyle yüklü beyaz
bir buluttur. Bu rahmeti Allah, mürşidler üzerine yağmur gibi fışkırtacaktır.»
164.
îşte şimdi size, Allah'ın bu aynı takdirle ilgili olarak bilmem için bana
bahşettiği azıcık şeyi anlatacağım. Ferisîler derler ki, «her şey önceden o
şekilde takdir edilmiştir ki, seçilmiş olan fasık/facir olamaz, fasık/facir olan
da, ne olursa olsun seçilmiş olamaz; ve nasıl Allah salih ameli, üzerinde
seçilmişlerin kurtuluşa doğru yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmişse,
aynı şekilde günahı da, üzerinde fasık/facirlerin helake yürüdüğü yol olarak
önceden takdir etmiştir.» Bunu yazan elle birlikte, diyen dile de lanet olsun.
Çünkü bu, şeytan'ın inancıdır. Buradan kişi günümüz Ferisîlerinin
durumunu bilebilir. Çünkü onlar, şeytan'ın inanmış kullarıdır.
«Takdir, kişinin elinde araç olarak bulundurduğu şeye son veren mutlak bir
iradeden başka ne anlama gelebilir? O halde, yalnızca harcayacak taş ve para
değil, aynı zamanda, üzerine bir ayak koyacak kadar arsası da olmayan bir
kişi evi nasıl takdir edecektir? (Böyle bir şeyi) asla kimse (yapamaz). Öyleyse
size diyorum ki, takdir, Allah'ın insana kendi pak nimeti, kendi kanunundan
verdiği hür iradeyi çekip almaktan öte bir şey değildir. Yerleştirmekte
olduğumuz, kesinlikle takdir değil, sadece kötülük aracıdır.
«Musa'nın kitabı gösteriyor ki, şu insan hürdür. Allah'ımız kanunu Sina
dağında verdiği zaman şöyle konuşmuştur: «Benim buyruğum gökte değil
ki.» şimdi kim Allah'ın buyruğunu gidip bize getirecek ve acaba kim ona
uyma gücü nü bize verecek?» diye kendine mazeret arayasın. Ama, benim
buyruğum senin kalbinin yanındadır, ki dilediğin zaman ona uyabilesin.»
Söyleyin bana, eğer kral Hirodes yaşlı bir adama gençleşmesini ve hasta bir
adama düzelmesini emretse, onlar bunu yapmayınca kendilerini öldürtse, bu
adalet olur mu?»
Havariler cevap verdiler: «Eğer Hirodes böyle bir emir verse, en zalim ve
dinsiz (kişi) olur.»
O zaman Isa iç çekerek, dedi: «Bunlar insanî geleneklerin meyveleridir
kardeşler; çünkü, Allah fasık/ faciri (bir daha) seçilmiş olamayacak şekilde
önceden takdir etmiştir demekle, onlar Allah'ı en dinsiz ve zalim yaparak
küfrediyorlar. O, günahkâra günah işlememeyi, işlediği zaman da tevbe
etmeyi emreder; halbuki, bu tür bir takdir günahkârdan günah işlememe
gücünü çekip alır ve tevbeden tümüyle yoksun bırakır.»
165.
Allah'ın peygamber Yoel aracılığıyla ne dediğini de duyun: «Sağ ve diriyim
ki, (der) Allah'ımız, günahkârın ölümünü dilemem, ama onun tevbeye
gelmesini ararım.» O halde, Allah dilemediği şeyi önceden takdir mi
edecektir? Bir, Allah'ın dediğine bakın, bir de bu zaman Ferisîlerinin
dediğine.
«Dahası var, Allah peygamber îşaya aracılığıyla der: «Ben çağırdım, sizse
beni dinlemediniz.» Ve, Allah ne kadar çağırmış, aynı peygamber aracılığıyla
dediğini duyun; «Bütün gün ellerimi bana inanmayan bir kavme yaydım da,
bana karşı geldiler.» Ve, bizim Ferisî'lerimiz fasık/facirin seçilmiş
olamıyacağını söylerken, Allah'ın, beyaz bir şey gösterip kör bir adamla alay
etmek gibi, veya sağır bir adamla kulaklarına konuşarak alay etmek gibi
insanlarla alay ettiğinden başka bir şey mi söylemiş oluyorlar? Ve, seçilmişin
fasık/facir olamıyacağı konusunda, bakın Allah'ımız Hezekiel peygamber
aracılığıyla ne diyor: «Sağ ve diriyim ki» der Allah «eğer takva sahibi
takvasını bırakır da, kirli işler yaparsa helak olur. Artık onun takvasından da
hiç bir şey hatırlamaz olurum; çünkü takvasına güvenirse, takvası onu Benim
önümde terk eder ve onu kurtarmaz.»
Ve, fasık/faciri çağırma konusunda, Allah peygamber Hoşea aracılığıyla
şundan başka bir şey mi der: «Ben seçilmiş olmayan bir kavmi çağıracağım,
onlara seçilmiş diyeceğim.» Allah doğrudur ve yalan söylemez; çünkü doğru
olan Allah doğruyu söyler. Ama, bu zamanın Ferisîleri akideleriyle Allah'a
tümüyle karşı çıkarlar.»
166.
Andreas karşılık verdi: «Ama, Allah'ın Musa'ya dediği şu, merhamet etmek
dilediğine merhamet edeceği, katılaştırmak dilediğini katılaştıracağı (sözü)
nasıl anlaşılmalıdır?»
îsa cevap verdi: «Allah bunu, insanın kendi faziletiyle kurtulacağına
inanmaması, bunun yerine, hayatın ve Allah'ın merhametinin kendisine
Allah tarafından nimeti olarak bahsedildiğini idrak etmesi için der, Ve bunu
insanların Kendinden başka tanrılar bulunduğu düşüncesinden kaçınmaları
için der.
«Bu bakımdan, eğer Allah Firavun'u katılaştırdıysa, o, kavmimize işkence
edip, onu İsrail'deki tüm erkek çocukları yok etmekle hiçe indirmeye
kalkıştığı için yapmıştır. O zaman Musa da hayatını kaybedeyazmıştı.
«Aynı şekilde, bakın size diyorum ki, takdir kendisine temel olarak Allah'ın
kanununu ve insanın hür iradesini alır. Evet, ve eğer Allah kimse helak
olmasın diye tüm dünyayı kurtaracak olsa, ruhun tepeden baktığı bu çamur
(yığını), ruh gibi günah işlese bile, tevbe etme gücüne sahip olsun ve ruhun
fırlatılıp atıldığı o yerde oturmaya gelsin diye, şeytan'a garaz olarak
kendisine sakladığı hürriyetten insanı yoksun bırakmamak için bunu
yapmaz. Allah'ımız, diyorum ki, rahmetiyle insanın hür iradesini izlemek
diler, yaratığı kudretiyle terketmek dilemez. Ve, bu nedenle hüküm gününde
kimse, günahları için herhangi bir mazerette bulunamıyacaktır. Çünkü,
Allah'ın doğru yola gelmeleri için neler neler yaptığı ve ne kadar sık
kendilerini tevbe etmeye çağırdığı o zaman herkes için apaçık ortada
olacaktır.
167.
«İşte böyle, eğer zihniniz bununla da yetinip durulmadıysa ve yine «neden
böyle?» demek istiyorsanız, size bir «neden»i daha açıklayacağım. O da şudur
: Söyleyin bana, neden (tek) bir taş suyun üstünde duramaz da, tüm yer yüzü
suyun üstünde durur? Söyleyin bana, su ateşi söndürür ve yer havadan
kaçarken ve kimse toprak, hava, su ve ateşi uyum içinde bir araya
getiremezken, yine de bunlar insanda bir araya geliyor ve uyum içinde kalıp
gidiyorlar, neden?
«O halde bunu bilmiyorsanız —hem, tü m insanlar da insan olarak bunu
bilmezler— Allah'ın kâinatı hiç yoktan tek bir sözle yarattığını nasıl
anlıyacaklar; Allah'ın sonsuzluğunu nasıl anlıyacaklar? Ne olursa olsun bunu
asla anlıyamayacaklardır. Çünkü insan, sonlu ve peygamber Süleyman'ın
dediği gibi vücutla bileşim içinde olup, bozulabilir ve ruhu da baskı altında
tutarken ve Allah'ın işleri de Allah'a göreyken onları nasıl anlıyabilecekler?
«Allah'ın peygamberi îşaya (bunun) böyle (olduğunu) gördüğünden,
haykırıp, dedi: «Gerçekten sen gizli bir Allah'sın!» Ve, Allah'ın Elçisi
hakkında, Allah O'nu nasıl yarattı, o der: «Onun doğuşu, kim anlatacak?» Ve,
Allah'ın işlemesi hakkında der: «Onun danışmanı kim?» Bu bakımdan, Allah
insan tabiatına der: «Nasıl gök yerin üstünde yükseltilmişse, benim
yöntemlerim, sizin yöntemleriniz ü zerinde ve benim emrim sizin emriniz
üzerinde yükseltilmiştir.»
Bu nedenle size diyorum ki, takdirin niteliği, durum benim size anlattığım
gibiyse de, insanlara açık değildir.
Öyleyse insan, yöntemi bulamadığı için gerçeği inkâr mı etmelidir? Ben, nasıl
olduğu anlaşılmadığı halde sıhhati reddeden bir kimseyi henüz görmüş
değilim. Hem, Allah'ın benim dilimle hastaları nasıl iyileştirdiğini bile
bilmiyorum.»
168. Cennet Hakkında
O zaman havariler dediler: «Gerçekten sende Allah konuşuyor, çünkü insan
senin konuştuğun gibi asla konuşmamıştır.»
İsa karşılık verdi: «Ben inanın ki, Allah beni îsrail ailesine göndermek için
seçtiği zaman, bana apaçık bir aynaya benzeyen bir kitap verdi; o, benim
kalbime o şekilde indi ki, konuştuğum şeylerin hepsi bu kitaptan geliyor. Ve,
bu kitabın benim ağzımdan çıkması sona erdiği zaman, ben dünyadan yukarı
alınacağım.»
Petrus karşılık verdi: «Ey muallim, senin şimdi söylediğin bu kitabta yazılı
mıdır?»
îsa cevapladı: «Allah'ın ilmi ve Allah'a kulluk hakkında, insan bilgisi ve
insanlığın kurtuluşu hakkında söylediğim her şey, hepsi benim încil'im olan
bu kitabtan çıkar.»
Petrus dedi: «Onda Cennet'in ihtişamı (da) yazılı mıdır?»
İsa cevap verdi: «Dinleyin ve ben Cennet'in ne tür olduğunu ve kutsal
kişilerle mü'minlerin orada nasıl sonsuz olarak kalacaklarını size anlatacağım;
çünkü, bu Cennet'in en bü yük nimetlerinden biridir; görü yorsunuz ki, her
şeyin ne kadar büyük olursa olsun, madem ki bir sonu var, o halde küçüktür,
hatta hiçtir.
«Cennet, Allah'ın nimetlerini depo ettiği yurttur; burada kutlu ve
kutsanmışların ayaklarının bastığı yer öylesine kıymetlidir ki, bir dirhemi bin
dünyadan daha değerlidir.
«Bu nimetler Allah'ın peygamberi babamız Davud tarafından görülmüştür,
çünkü, Allah, Cennet'in ihtişamına baksın diye bunları kendisine
göstermiştir. O, ardından kendine gelince, iki elleriyle gözlerini kapamış ve
ağlıyarak demiştir: «Bu dünyaya daha fazla bakmayın ey benim gözlerim,
çünkü her şey boş ve hiç bir iyi şey yok!»
«Bu nimetler hakkında îşaya peygamber demiştir: «Allah'ın sevdikleri için
hazırladığı şeyleri insanın gözleri görmemiştir, kulakları işitmemiştir. însan
kalbi de tasavvur etmiş değildir.» Neden bu tür nimetleri görmemişler,
işitmemişler ve tasavvur etmemişlerdir biliyor musunuz? Şundan ki, burada
aşağıda yaşarken, bu tür şeyleri müşahade edecek değerde değillerdir. Bu
bakımdan, babamız Davud, onları gerçekten görmüşse de, size diyorum ki,
onları insan gözüyle görmüş değildir; Allah ruhunu kendisine almış ve
böylece Allah'la bir olarak, onları ilâhi ışıkla görmüştür. Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Cennet'in nimetleri sonsuz, insan
ise sonlu olduğundan, küçük bir toprak kavanozun denizi içine alamayacağı
gibi, insan da onları içine sığdıramaz.
«Öyleyse bakın ki, dünya her şeyin meyve verdiği yaz vakti ne kadar da
güzeldir! Vakti gelen hasat nedeniyle sarhoş olan şu köylü, emeklerini son
derecede sevdiği için vadileri ve dağları türküleriyle çınlatır. Şimdi, onları
yapana yakışan meyvelerle her şeyin yüklü olduğu Cennet'e yükselt bakalım
aynı şekilde kalbini.
«Allah sağ ve diridir ki, Cenneti bilmek bakımından bu kadarı yeterlidir.
Öyle ki, Allah, Cennet'i kendi nimetlerinin yurdu olarak yaratmıştır.
Şimdi ölçüsuz derecedeki iyiliğin, ölçüsüz derecede iyi şeyleri olmayacağını
mı düşünüyorsunuz? Veya, ölçüsüz derecedeki güzelliğin ölçüsüz derecede
güzel şeyleri olmayacağını mı? Sakının ki, eğer olmayacağını düşünürseniz,
büyük hata işlersiniz.»
169.-170.
Allah, kendine inanarak kulluk edecek olan insana şöyle der: «Senin
yaptıklarını biliyorum, sen Benim için çalışıyorsun. Ebediyyen sağ ve
diriyimdir ki, senin sevgin Benim nimetimi aşmayacaktır. Madem kendini
Benim eserim bilip, Bana yaratıcın Allah olarak kulluk edersin, ve madem,
Bana inanarak kulluk etmek için Ben'den rıza ve merhametten başka bir şey
istemezsin; madem, Bana sonsuza değin kulluk etmek arzusuyla Bana
kulluğa bir son vermezsin, ben de işte aynen böyle yapacak ve seni,
Allah'mışsın, benim dengimmişsin gibi ödüllendireceğim. Ellerine yalnızca
Cennet'in bol nimetlerini koymakla kalmayacak, aynı zamanda sana kendim
de bir hediye vereceğim; şöyle ki, nasıl sen ebediyyen Benim kulum olmak
istiyorsan, ben de senin ücretini ebedî yapacağım.»
171.
«Cennet hakkında ne düşünürsünüz?» dedi İsa havarilerine. Böylesi
zenginlik ve nimetleri kavrıyabilecek bir akıl var mıdır? İnsanın Allah'ınki
kadar geniş bilgisi olmalı ki, Allah'ın kullarına vermek istediği şeyleri
bilebilsin.
«Hirodes gözde baronlarından birine bir hediye verirken, hangi tü rde
hediye verir, hiç gördü nüz mü?
Yuhanna karşılık verdi: «İki kez gördüm; emin olun ki, onun verdiği şeyin
onda biri yoksul bir adama yetecektir.»
İsa dedi: «Ya yoksul bir adam Hirodes'e hediye verecek olsa, ne verir ona?»
Yuhanna cevap yerdi: «Bir veya iki metelik.» «Şimdi, bu sizin cennet
hakkındaki bilgiyi ~etüd edeceğiniz kitabınız olsun» (dedi İsa) «çünkü,
Allah'ın insana bedeni için bu dünyada verdiği şeylerin hepsi, sanki
Hirodes'e yoksul bir adamın bir metelik vermesi gibidir ama, Allah'ın bedene
ve ruha Cennet'te vereceği şeyler, Hirodes'in sahip olduğu herşeyi, hatta
hayatını hizmetçilerinden birine vermesi gibidir.»
172.
«Allah, kendisini sevene ve inanarak kulluk edene şöyle der: «Git ve denizin
kumlarına bak ey kulum, ne kadardır? Öyleyken, eğer deniz sana tek bir kum
taneciği verecek olsa, bu sâna az gelmez mi? Mutlaka, öyle. Ben, Yaratıcın sağ
ve diriyimdir ki, bu dü nyada yeryüzünün tüm reislerine ve krallarına
verdiğim şeylerin tümü, sana Cennetimde vereceğim şeylere oranla, denizin
sana verdiği bir kum taneciğinden daha azdır.»
173. "Bedenimiz Cennete Girecek mi?"
«O halde» dedi Isa, «Cennetin bolluğunu siz gözönüne getirin. Çünkü eğer
Allah bu dünyada insana bir kaç gramlık mal vermişse. Cennette on yüz bin
yük verecektir. Bu dünyadaki meyvelerin miktarını; yiyeceklerin miktarını,
içeceklerin miktarını ve insana verilen şeylerin miktarını düşünün. Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, insan bir kum taneciği aldıktan
sonra, denizde nasıl halâ daha ne kadar kum kalıyorsa, aynen bu şekilde
(Cennet'teki) yemişlerin miktarı ve niteliği, burada yediğimiz yemişlerin
türünü aşacaktır. Ve, Cennet'teki diğer şeyler de böyledir. Olmadı, hattâ,
bakın size diyorum ki, bir dağ altın ve inci, bir karıncanın gölgesinden ne
kadar kıymetliyse, Cennet'in nimetleri de, dünyadaki reislerin sahip oldukları
ve dünyanın sona ereceği Allah'ın mahkemesine kadar sahip olacakları
nimetlerin tümünden aynı şekilde kıymetlidir.»
Petrus karşılık verdi: «Öyle de, şimdi bizim sahip olduğumuz bedenimiz
Cennet'e girecek mi?»
îsa cevap verdi: «Dikkat et ki Petrus, aman bir sadukî olmayasm; çünkü
sadukiler, bedenin yeniden dirilmeyeceğini ve meleklerin olmadığını
söylerler. Bu bakımdan, onların bedeni ve ruhu Cennet'e girmekten
yoksundur ve onlar bu dünyada meleklerin hizmetinden de yoksundurlar.
Belki de, Allah'ın peygamberi ve dostu Eyüb'ü, onun ne dediğini
unutmuşsunuzdur: «Biliyorum ki, Allah'ım sağ ve diridir; ve Son Gün
yeniden bedenimle birlikte kalkacak ve Kurtarıcı'm Allah'ı gözlerimle
göreceğim.»
«Ama inanın bana, bizim bu bedenimiz öylesine paklanacaktır ki, şimdi sahip
olduğu şeylerden tek bir mala bile sahip olmayacaktır; çünkü bütün kötü
arzulardan arınacak ve Allah onu, Adem'in günah işlemeden önceki
durumuna getirecektir.»
«îki insan bir efendiye tek ve aynı işte hizmet eder. Biri yalnızca işi seyreder
ve ikinciye emirler verir, ikinci de birincinin emrettiği herşeyi yerine getirir.
Size adaletli gelir mi diyorum, efendinin, yalnızca seyredip emirler vereni
ödüllendirmesi ve kendini çalışarak yoranı evinden çıkarıp atması? Mutlaka
hayır.»
«Öyleyse, Allah'ın adaleti bunu nasıl götürecektir? Ruh ve beden insanın
nefsiyle birlikte Allah'a hizmet eder; yalnızca ruh seyreder ve hizmet emri
verir. Çünkü, ruh yemek yemez, oruç tutmaz, yürümez, soğuğu ve sıcağı
duymaz, hasta olmaz ve öldü rü lmez, çü nkü ruh ölümsüzdü r; o, bedenin her
bir uzvunda çektiği bu bedeni acıların hiç birini çekmez. O halde, hak mıdır
ki, kendini Allah'a hizmet ederek bu kadar yoran beden değil de, yalnızca
ruh Cennet'e girsin?»
Petrus karşılık verdi: «Ey muallim, beden ruha günah işlettiğinden Cennet'e
konmamalıdır.»
îsa cevap verdi: «Şimdi, beden ruh olmadan nasıl günah işler ki? Bu kesinlikle
imkânsızdır. Bu nedenle, Allah'ın rahmetini bedenden çekmekle sen ruhu
Cehennem'e mahkûm ediyorsun.»
174.
«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah'ımız rahmetini
günahkâra va'd ederek der: «Günahkârın günahına ağlayacağı şu saatte,
Kendi üzerime yemin ederim ki, onun kötülüklerini artık hiç
hatırlamayacağım.»
«Şimdi, eğer beden oraya gitmeyecekse, Cennet'in yiyeceklerini kim
yiyecektir? Ruh mu? Emin olun ki değil. Çünkü o manevîdir.»
Petrus karşılık verdi: «O halde, kutsananlar Cennet'te yiyecekler, ama pislik
olmayacaksa, yemekler nasıl boşaltılacaktır?»
İsa cevap verdi: «Şimdi eğer yemez içmezse insan nasıl nimetlendirilir?
Yüceltilen şeye oranla yüceltmede bulunulmasının uygun olduğu açıktır.
Fakat sen Petrus, böyle yemeğin pislik şeklinde boşaltılacağını düşünmekle
yanılgıya düşüyorsun, çünkü bu beden şimdi bozulabilen yemekler yiyor ve
bundan dolayı da kokuşma ve çürüme ortaya çıkıyor; ama Cennet'te beden
bozulmayacaktır, ölümsüz ve her türlü dertten kurtulmuş olacaktır; ve hiç bir
kusurlu yanı olmayan yemekler herhangi bir kokuşma veya çürüme hasıl
etmeyecektir.»
175.
«Allah, fasık/facir üzerine nefret yağdırarak İşaya Peygamber'e şöyle der:
«Kullarım Benim evimde Benim soframda oturacaklar, neşeyle, mutluluk
içinde ve harp ve org sesleriyle yiyip içecekler ve onlara hiç bir ihtiyaç
hissettirmeyeceğim. Fakat, siz Benim düşmanım olanlar, Benden uzağa
atılacaksınız ve orada, Benim kullarımın hepsi sizi hor görürken, sefillik
içinde helak olacaksınız.»
176.
«Onlar yiyip içecekler» sözü ne demeye gelir? dedi îsa havarilerine. «Emin
olun ki, Allah açık konuşuyor. Fakat, bu kadar meyve ile birlikte, Cennet'teki
dört kıymetli şarap (içecek) ırmağı hangi amaca (yöneliktir)? Kesinlikle Allah
yemez, melekler yemez, ruh yemez, nefis yemez, ama bizim vücudumuz olan
beden (yer). Bu bakımdan, Cennet'in ihtişamı içinde yemekler beden içindir;
Allah, meleklerin konuşması ve kutsanmış ruhlar da nefs ve ruh için. Bu
ihtişam, (Allah her şeyi Kendi sevgisi için yarattığından) her şeyi herhangi bir
diğer yaratıktan daha iyi bilen Allah'ın Elçisi tarafından açıklanacaktır.»
Bartalemus dedi: «Ey muallim, Cennet'in ihtişamı herkes için eşit mi olacak?
Eğer eşitse, bu adaletli olmayacaktır; eşit değilse daha az olan daha çok olanı
kıskanacaktır.»
İsa cevap verdi: «Eşit olmayacaktır, çünkü Allah adildir; ve herkes de razı
olacaktır. Çünkü, orada kıskançlık yoktur. Söyle bana Bartalemus: Pek çok
hizmetçileri olan bir efendi var ve hizmetçilerin hepsini aynı elbiseyle
giydiriyor. O zaman, kendilerine çocuk elbisesi giydirilen çocuklar,
yetişkinlerin kıyafetinde olmadıkları için üzülürler mi? Emin ol ki tam
tersine, eğer büyüklerin geniş elbiselerini giymiş olsalardı öfkelenirlerdi,
çünkü, elbiseler kendi bedenleri ölçüsünde olmadığından, kendileriyle alay
edildiğini düşünürlerdi.
«Şimdi Bartalemus, kalbini Cennet'te Allah'a yükselt ve bütün bir ihtişamın
bîrine daha çok, diğerine daha az da olsa, hiç bir kıskançlık doğurmayacağını
göreceksin.»
177.
O zaman bu, (satırlar) ı yazan dedi: «Ey muallim, bu dünyanın aldığı gibi,
Cennet'te güneş'ten ışık alır mı?»
îsa cevap verdi: «Allah bana şöyle dedi ey Barnabas: «Siz günahkâr insanların
oturduğu dünyanın, sizin yararınız ve mutluluğunuz için güneşi, ayı ve
kendisini süsleyen yıldızları vardır; çünkü bunu Ben yarattım.»
«Düşünün o halde, benim mü'min kullarımın oturduğu ev daha iyi
olmayacak mıdır? Böyle düşünmekle mutlaka hata ediyorsunuz; çünkü Ben,
sizin Allah'ınız Cennet'in güneşiyim ve benim Elçim her şeyi benden alan
aydır; ve yıldızlar, size irademi tebliğ eden peygamberlerimdir. Bu bakımdan,
benim mü'min kullarım (burada) benim sözümü peygamberlerimden almış
oldukları gibi, nimetlerimin Cennet'inde de, mutluluk ve sevinci aynı şekilde
yine onların aracılığıyla alacaklardır.»
178.
«
Cennet'i bilmeniz için bu kadarı size yetsin.» dedi İsa. Bunun üzerine,
Bartalemus yeniden dedi: «Ey muallim, size bir kelime daha sorsam; bana
sabr edin.»
îsa karşılık verdi: «Ne arzu ediyorsun, söyle.»
Bartalemus dedi: «Cennet mutlaka bü yü ktü r; çünkü, içinde böylesine bü yük
iyilikler var, o halde büyük olmalı.»
îsa cevap verdi: «Cennet öylesine büyüktür ki, kimse onu ölçemez. Bakın, size
diyorum ki, gökler dokuzdur, aralarına, birbirlerinden bir insanın beş yüz
yıllık yolculuğu kadar uzak olan gezegenler yerleştirilmiştir; ve yeryü zü de
aynı şekilde birinci gökten beşyüz yıllık yolculuk kadar uzaktır.
«Ama, birinci göğü ölçerken durun daha, o yeryüzünden, tüm yeryüzünün
bir kum taneciğinden büyük olduğu oranda büyüktür. îkinci gök birinciden
bu şekilde büyük, üçüncü ikinciden ve son göğe kadar biri diğerinden aynı
şekilde büyük ola ola gider. Ve, bakın size diyorum ki, tüm yeryüzü bir kum
taneciğinden nasıl büyükse, Cennet'te tüm yeryüzü ve tüm göklerin
(toplamından) o şekilde büyüktür.»
O zaman Petrus dedi: «Ey muallim, Cennet Allah'tan büyük olmalı, çünkü
Allah onun içinde görü necektir.»
îsa karşılık verdi: «Ağzını kapa Petrus, çünkü farkında olmadan küfre
gidiyorsun.»
179.
O zaman melek Cebrail Isa'ya gelerek, ona güneş gibi parlayan ve içinde şu
sözlerin yazılı olduğu görülen bir ayna gösterdi: «Ebediyyen sağ ve
diriyimdir ki, nasıl Cennet tüm göklerden ve yeryüzünden ne kadar daha
büyükse, ve nasıl tüm yeryüzü bir, kum taneciğinden ne kadar daha büyükse,
ben de aynı şekilde Cennet'ten o kadar büyüğüm; ve denizin sahip olduğu
kum tanecikleri kadar, denizdeki su damlaları kadar, yerdeki otlar kadar,
ağaçlardaki yapraklar kadar, hayvanlardaki deriler kadar; gökleri ve
Cennet1eri ve daha (başka şeyleri) dolduracak kum taneciklerinin sayısı
kadar (Cennet'ten büyüğüm).»
Sonra îsa dedi: «Ebediyyen Aziz ve Sübhan olan Allah'ımıza ta'zimde
bulunalım.» Bunun üzerine yüz kez rükûya vardılar ve dua ederek secdeye
kapandılar.
Bu şekilde ibadet eda edilince, İsa Petrus' u çağırıp, O'na ve tüm havarilere
görmüş olduğu şeyleri söyledi ve Petrus'a dedi: «Tü m yeryüzü nden daha
büyük olan senin ruhun, bir, gözle tü m yeryü zü nden bin kez daha büyü k
olan güneşi görüyor.»
«Doğru» dedi Petrus.
O zaman İsa dedi: «Aynen böyle. Cennet (gözüy) le Yaratıcımız Allah'ı
göreceksin.» Ve îsa bunu deyip, İsrail ailesi ve kutsal şehir için dua ederek,
Rabbunız Allah'a şükretti. Ve, herkes karşılık verdi: «Amin, Rabb.»
180.
Bir gün, îsa Süleyman (mabedi) verandasında otururken, yanına yazıcılar
geldi ve içlerinden halka hitap eden birisi kendisine dedi: «Ey muallim, ben
bu insanlara defalarca hitap ettim, aklımda kitaptan anlayamadığım bir
bölü m var.»
İsa karşılık verdi: «Nedir o?»
Yazıcı dedi: «Allah'ın babamız İbrahim'e söylediği şu, «Ben senin büyük
ödülün olacağım» (sözü). Şimdi, insan (böyle bir ödülü) nasıl hak edebilir?»
O zaman îsa ruhen sevindi ve dedi: «Eminim ki sen Allah'ın melekûtundan
uzak değilsin. Beni dinle, bu öğretinin anlamını sana anlatacağım. Allah,
sonsuz, insan sonlu olduğundan, insan Allah'ı hak edemez ve senin kuşkun
bu mudur kardeş?»
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: «Rab, sen benim kalbimi biliyorsun; o halde
konuş, çünkü benim ruhum senin sesini duymak arzu ediyor.»
O zaman îsa dedi: «Allah sağ ve diridir ki, insan her an aldığı küçük bir nefesi
de hak edemez.»
Bunu duyan yazıcı kendinden geçti ve havariler de aynı şekilde hayrete
düştüler, çünkü îsa'nın, Allah sevgisi için ne verirlerse, onun yüz katını
alacaklarını söylediğini hatırlıyorlardı.
Sonra İsa dedi: «Eğer biri size yüz altın kuruş ödünç verse ve siz de bu
kuruşları harcasanız, sonra bu adama, «ben sana kurumuş bir bağ yaprağı
veriyorum; bu nedenle bana evini ver, çünkü onu hak etmiş oluyorum»
diyebilir misiniz?»
Yazıcı cevap verdi: «Asla Rab, çünkü o önce borcunu ödemeli ve sonra da,
herhangi bir şey isteyecekse iyi şeyler vermelidir, ya bozulmuş bir yaprak ne
işe yarar ki?»
181.
Isa karşılık verdi: «İyi söyledin ey kardeş; o halde söyle bana, insanı hiç
yoktan yaratan kimdir? Mutlaka Allah'tır, aynı zamanda ona yararlanması
için tüm dünyayı da vermiştir. Ama insan, günah işleyerek bunu tümüyle
harcamıştır, çünkü, günahtan dolayı tüm dünya insanın aleyhine döndü ve
insanın sefilliği içinde, Allah'a günahla bozulmuş amellerinden başka verecek
hiç bir şeyi yoktur. Çünkü, her gün günah işlemekle, kendi amelini
bozmaktadır, bu nedenle îşaya peygamber der: «Bizim takvamız bir aybaşı
bezi gibidir.»
«O hâlde, tatmin etmekten uzak olan insan nasıl hak sahibi olabilir? Olur ya,
insan günah işlemiyor mu diyelim? Allah'ımızın peygamber Davud
aracılığıyla söyledikleri açık seçiktir.- «Muttaki bir günde yedi kez düşer»
öyleyse, muttaki olmayan ne kadar düşer? Ve, eğer bizim takvamız lekeliyse,
takvasızlığımız ne kadar da iğrençtir! Allah sağ ve diridir ki, bir insanın, «hak
ederim» sözünden daha çok kaçınması gereken başka bir şey yoktur. Bir
insan, elinin yaptıklarını bilsin, kardeş, o zaman hakkını hemen görecektir.
İnsandan çıkan her iyi şeyi, gerçekten insan yapıyor değildir, ama onu
kendisinde yapan Allah'tır; çünkü varlığı kendisini yaratmış olan Allah'ındır.
însanın yaptığı, yaratıcısı Allah'a karşı çıkmak ve günah işlemektir, böylece
de o, ödülü değil, azabı hak eder.»
182.
«Dediğim gibi, Allah insanı yalnızca yaratmakla kalmamış, aynı zamanda
onu tastamam yaratmıştır. Ona tüm dünyayı vermiştir. Cennet'ten
ayrıldıktan sonra kendisine korumak için iki melek vermiş, ona peygamberler
göndermiş, ona kanunu bahşetmiş, imanı bahşetmiş, her an onu şeytandan
korumakta, ona Cennet vermek istemektedir; hattâ insana Kendisi'ni vermek
istemektedir. O halde borcun büyüklüğünü düşünün! Hiç yoktan kendiniz
gibi insanlar yaratmak, bir dünya ve Cennet'le birlikte, hatta Allah'ımız gibi,
büyük ve iyi bir Allah'la birlikte, Allah'ın gönderdikleri kadar peygamberler
yaratmak ve her şeyi Allah'a vermek borcu tehir edilmekte ve size yalnızca
Allah'a şükretme zorunluluğu kalmaktadır. Fakat tek bir sinek
yaratamadığınız için ve her şeyin Rabb'ı olan Allah'tan başka (tanrı
olmadığından), borcunuzu nasıl tehir edebileceksiniz? Emin olun ki, eğer bir
insan size yüz altın kuruş ödünç verecek olsa, geri yüz altın kuruş vermek
zorunda olursunuz.
«İşte kardeş, bunun anlamı şudur ki, Cennet'in ve her şeyin Rabb'ı olan Allah
istediğini diyebilir; ve her ne isterse verebilir. Bu bakımdan, O İbrahim'e «Ben
senin büyük ödülün olacağım» dediği zaman, İbrahim, Allah benim
ödülümdür» değil, «Allah benim hediyem ve borcumdur» diyebildi: Sen de
insanlara hitap ederken ey kardeş, bu bölümü işte böyle açıklamalısın; yani,
eğer insan iyi çalışırsa, Allah şu şu şeyleri insana verecektir (demelisin).
Ey insan, Allah'ın sana konuşacağı ve «Ey benim kulum, benim sevgim için
iyi işler yaptın; ben Allah'ından nasıl ödül istersin?» diyeceği zaman, sen
cevap ver: «Rabb, ben Senin ellerinin eseri olduğumdan, bende şeytan'ın
sevdiği günahın bulunması yakışık almaz. Bu nedenle Rabb, kendi azametin
için, ellerinin eserlerine merhamet et.»
Ve Allah, «Seni bağışladım, şimdi de seni ödüllendirmek istiyorum» derse
cevap ver: «Rabb, yaptıklarım için ben ceza hak ettim, ve Sen ise yaptıkların
için ululanmayı hak ettin. Rabb, bende yapmış olduğum şeyleri cezalandır ve
Kendi yaptığın şeyleri ise kurtar.»
Ve eğer Allah, «Günahın için kendine hangi ceza uygun görünüyor?» derse,
sen cevap ver: «Ey Rabb, tüm fa sık/facirlerin çekeceği kadar.»
Ve eğer Allah, «Neden bu kadar büyük bir ceza istersin, ey benim mü'min
kulum?» derse, cevap ver: -Ç ünkü, onların hepsi senden benim aldığım
kadar çok şey almış olsalardı, sana benden daha çok inançla kulluk
ederlerdi.»
Ve eğer Allah, «Bu cezayı ne zaman ve ne kadar süreyle almak istersin?»
derse, cevap ver: «Şimdi ve sonsuza değin.»
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, böyle bir insan Allah'ı
tüm kutsal meleklerinden daha çok hoşnut edecektir. Çünkü, Allah gerçek
alçak gönüllülüğü sever ve gururdan nefret eder.»
Sonra, yazıcı Isa'ya teşekkür etti ve dedi: «Rab, haydi hizmetçinin evine
gidelim. Çünkü, hizmetçin sana ve havarilerine yemek verecektir.»
İsa karşılık verdi: «Bana 'Rab' değil de, «kardeş» diyeceğine söz verdiğin
zaman oraya gelecek ve sen hizmetçim değil, kardeşimsin diyeceğim.»
Adam söz verdi ve İsa da onun evine gitti.
183. "Gerçek Alçakgönüllü Nasıl Olunur?"
Yemekte otururlarken yazıcı dedi: «Ey muallim, Allah'ın gerçek alçak
gönüllülüğü sevdiğini söyledim. Bu bakımdan, bize alçak gönüllülüğünü ve
onun nasıl gerçek, nasıl sahte, olabileceğini anlatın.»
İsa cevap verdi: «Bakın size diyorum ki, küçük bir çocuk gibi olmayan
göklerin melekûtuna girmeyecektir.»
Herkes bunu duyunca şaşırdı ve birbirlerine dediler ; «Şimdi, otuz ya da kırk
yaşında olan biri nasıl küçük bir çocuk gibi olacak?»
îsa cevap verdi: «Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki,
sözlerim doğrudur. Size, «(bir insanın) çocuk gibi olması gerektiğini
söyledim; çünkü bu, gerçek alçak gönüllülüktür. Eğer küçük bir çocuğa,
«Senin elbiselerini kim yaptı?» diye sorsanız, «babam» (diye) cevap
verecektir. Eğer ona, oturduğu evin kimin olduğunu sorsanız, «babamın»
diyecektir. Eğer «sana kim yiyecek veriyor?» deseniz, «babam» (diye) karşılık
verecektir. Eğer, «sana yürümek ve konuşmayı kim öğretti?» deseniz,
«babam» (diye) cevap verecektir. Ama deseniz ki, «alnını kim yardı, alnını
böyle sardırmışsın» diyecek olsanız, «düştüm ve başımı yardım» (diye) cevap
verir. Eğer, «neden düştün?» derseniz, «görmüyor musunuz küçüğüm,
yetişkin bir insan gibi yürüme ve koşma gücüm yok ki! Bu bakımdan babam,
sağlam yürümem için benim elimden tutmadı. Fakat iyi yürümeyi öğrenmem
için babam beni bir an bıraktı ve ben de koşmak isteyince düştüm.» (diye)
cevap verir. Eğer, «o zaman baban ne dedi?» derseniz, «niye şimdi oldukça
yavaş yürümedin? Bak, ileride benim yanımdan ayrılmayacaksın» dedi (diye)
cevap verir.»
184.
«Söyleyin bana, doğru değil mi bu?» dedi İsa.
Havariler ve yazıcı cevap verdiler: «Doğruların doğrusu!»
O zaman İsa dedi: «Kalbinden Allah'ı tüm iyiliklerin yazarı, kendini de
günahların, yazarı olarak tanıyan gerçekten alçak gönüllü olur. Ama, dille
çocuk gibi konuşup, hareketle zıtlarını ortaya koyan, emin olun ki, sahte
alçak gönüllülük ve gerçek gurur sahibidir. Çünkü, gurur bu şekilde, insanlar
tarafından azarlanıp tekmelenmedikçe, alçak gönüllü şeyleri kullandığı
zaman zirvesine varır.
Gerçek alçak gönü llü lü k insana kendini gerçekten bildiren bir ruh alçak
gönüllülüğüdür; ama sahte alçak gönüllülük Cehennem'den bir duman olup,
ruhun anlayışını öylesine karartır ki, insan kendinde bulması gerekeni
Allah'ta bulup, Allah'ta bulması gerekeni kendinde bulur. Bu şekilde, sahte
alçak gönüllü insan kendisinin ağır bir günahkâr olduğunu söyler, fakat biri
kendisine günahkâr olduğunu söylediği zaman, hemen ona karşı gazaba gelir
ve ona eziyet eder.
«Sahte alçak gönüllü insan, sahip olduğu her şeyi kendisine Allah'ın verdiğini
söyler, ama kendi başına kalınca uymaz ve salih ameller yapmış olur. Ve, bu
zamanın bu Ferisîleri kardeşler, söyleyin bana, nasıl yürürler?»
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: «Ey muallim, bu zamanın Ferisîleri Ferisi
cübbesi ve adını taşırlar, ama kalben ve amel bakımından Kenanîdirler. Ve,
Allah'a karşı böyle bir adı gasbetmekle kalmıyorlar, bu şekilde basit insanları
da aldatıyorlar! Ey eski zaman, ne kadar zalimce dayrandın bize. Gerçek
Ferisileri bizden aldın ve bize sahtelerini bıraktın!»
185.
İsa karşılık verdi: «Kardeş, bunu yapan zaman değil, gerçekte şerli dünyadır,
çünkü her zaman içinde Allah'a gerçekten kulluk etmek mümkündür; ama
dünyâ ile bir olunca, yani her zaman kötü tavırlarla insanlar kötüleşir. Elişa
peygamberin hizmetçisi Gehazi'nin yalan söyleyip efendisini utandırdığını,
para ve Suriyeli Naaman'ın elbiselerini aldığını biliyor musunuz? Ama,
Elişa'nın da Allah'ın onu kendilerine peygamber yaptığı çok sayıda Ferisî'si
vardı.
«Bakın, size diyorum ki, İnsanlar kötü işlere öylesine meyillidir ve dünya da
onları bu işlere öylesine çeker ve şeytan da kendilerini şerre sürükler ki, bu
zamanın Ferisi'leri her salih amelden ve her kutsal örnekten
kaçınmaktadırlar; ve Gehazi örneği, Allah tarafından lanetlenmeleri için
kendilerine yeter.»
Yazıcı karşılık verdi: «Doğruların doğrusu.» Bunun üzerine İsa dedi: «Gerçek
Ferisîleri görebilmemiz için, bize Allah'ın iki peygamberi olan Haggay ve
Hoşea örneğini anlatsana.»
Yazıcı karşılık verdi: «Ey muallim, nasıl diyeyim ki? Danyal peygamber
tarafından yazılmış olmasına rağmen, pek çokları kesinlikle buna inanmıyor;
ama sana itaat ederek, ben gerçeği nakledeceğim.»
Haggay, babadan kalma mirasını satarak, yoksullara verip de, Obadya
peygambere hizmet etmek için Anatos'tan ayrıldığında onbeş yaşındaydı.
Haggay'ın alçak gönüllülüğünü bilen yaşlı Obadya onu, şakirtlerine
öğretmede bir kitap olarak kullandı. Bu nedenle, o sık sık kendisine elbise ve
güzel yemekler gönderir, fakat Haggay her seferinde elçiyi geri gönderip,
derdi: «Git, evine dön, çünkü bir yanlışlık yaptın. Obadya bana böyle şeyler
mi gönderecek? Asla; çünkü o benim hiç bir işe yaramadığımı ve yalnızca
günah işlediğimi bilir.»
«Ve, Obadya kötü bir şeyi olduğunda, görmesi için onu Haggay'ın yanında
bulunan birine verirdi. O zaman Haggay bunu görü nce kendi kendine derdi:
«Bak. şimdi, Obadya mutlaka seni unuttu, çünkü bu, herkesten kötü
olduğundan yalnızca bana uygundur. Ve bunun kadar pis bir şey yoktur.
Allah'ın Obadya'nm elleriyle bana bahşettiği bu şeyi ondan alsam, bir hazine
olurdu.»
186.
«Obadya birine dua etmeği öğretmek istediğinde. Haggay'ı çağırır ve derdi:
«Duanı burada yap ki, herkes sözlerini işitsin.» O zaman Haggay derdi:
«İsrail'in Allah'ı Rabb, Seni çağıran kuluna merhametle bak, çünkü onu Sen
yarattın. Adaletli Rabb Allah, adaletini hatırla ve kulunun günahlarını
cezalandır ki, senin eserini kirletmiyeyim. Allah'ım Rabb, ben senden mü'min
kullarına bahşettiğin nimetleri isteyemem, çünkü benim günahtan başka bir
şey yaptığım yok. Bu bakımdan Rabb, kullarından birine bir hastalık
vereceğin zaman kendi şanın için ben kulunu hatırla.»
«Ve Haggay, böyle davranınca» dedi yazıcı, «Allah onu öylesine sevdi ki,
zamanında yanında bulunan herkese Allah peygamberlik (hediyesini) verdi.
Ve, Haggay dua ederken hiç bir şey istemedi ki, Allah vermemiş olsun.»
187.
Salih yazıcı bunları söylerken, gemisi parçalanan bir denizcinin ağladığı gibi
ağladı.
Ve, dedi: «Hoşea, Allah'a kulluk etmek için gittiği zaman, Naftali kabilesinin
reisiydi ve ondört yaşındaydı. Ve, o da babadan kalan mirasını satarak,
yoksullara verip Haggay'ın şakirdi olmak üzere gitti.
«Hoşea sadakaya öylesine tutulmuştu ki, kendinden istenen her şey için
derdi: «Bunu Allah bana senin için verdi ey kardeş, bu nedenle onu kabul et!»
- «Böyle yaptığından, az sonra iki elbiseyle kalakaldı, bunlar da çuval
bezinden uzun bir gömlekle, bir deri cübbeydi. Babadan kalma mirasını
satarak yoksullara verdi diyorum, çünkü, başka türlü kimsenin Ferisi olarak
çağırılmasına izin verilmezdi.
«Hoşea'da Musa'nın kitabı vardı, onu en büyük ciddiyetle okurdu. Bir gün
Haggay kendisine dedi: «Hoşea, varını yoğunu senden kim çekip aldı?»
Karşılık verdi: «Musa'nın kitabı.»
Komşu bir peygamberin şakirdlerinden biri bir gün Kudüs'e gitmek istedi,
ama cübbesi yoktu. Bunun üzerine, Hoşea'nın iyilik severliğini duymuş
olduğundan varıp onu buldu ve dedi: «Kardeş, Allah'ımıza kurban kesmek
için Kudüs'e gitmek istiyorum ama cübbem yok, bu nedenle ne yapacağımı
bilmiyorum.»
Hoşea bunu duyunca dedi: «Bağışla beni kardeş, çünkü sâna karşı büyük bir
günah işledim; Allah bana, sana vereyim diye bir cübbe verdi de, ben
unutmuştum. Bu bakımdan şimdi onu kabul et ve Allah'a benim için dua et.»
Buna inanan adam Hoşea'nın cübbesini kabul edip, gitti. Ve Hoşea Haggay'ın
evine varınca, Haggay dedi: «Cübbeni kim alıp gitti?»
Hoşea cevap verdi: «Musa'nın kitabı.»
Haggay bunu duyunca çok sevindi, çünkü Hoşea'nın iyiliğini anlamıştı.
«Bir gün bir yoksul adam hırsızlar tarafından soyuldu ve çıplak kaldı. Bunun
üzerine, onu gören Hoşea kendi uzun gömleğini çıkanp, çıplak olana verdi;
kendisi ise, gizli yerleri üzerindeki bir keçi derisi parçasıyla kalakaldı. Bu
nedenle, Haggay'ı görmeye gidemeyince, salih Haggay Hoşea'nın hasta
olduğunu sandı. Bunun üzerine, iki şakirtle birlikte onu görmeye gitti. Ve
onu palmiye yapraklarına sarılmış olarak buldular. O zaman Haggay dedi:
«Şimdi söyle bana, neden beni ziyarete gelmedin?»
Hoşea cevap verdi: «Musa'nın kitabı uzun gömleğimi aldı ve oraya gömleksiz
gelmekten korktum.» Bunun üzerine Haggay kendisine bir başka gömlek
verdi.
«Bir gün, genç bir adam Hoşea'yı Musa'nın kitabını okurken görüp, ağlayarak
dedi: «Bir kitabım olsa, ben de okumayı öğrenirim.» Bunu duyan Hoşea ona
kitabı verip, dedi: «Kardeş, bu kitap senindir; Allah onu bana, ağlayarak kitap
isteyen birine vermem için verdi.»
Adam ona inandı ve kitabı kabul etti.
188.
Haggay'ın, Hoşea'nın yakınında bir şakirdi vardı; ve kitabının iyi yazılmış
olup olmadığını görmek arzusuyla Hoşea'yı ziyarete gitti ve ona dedi
«Kardeş, kitabımı al ve benimki gibi olup olmadığına bakalım.»
Hoşea karşılık verdi: «O benden alındı.»
«Kim aldı onu senden?» dedi şakirt.
Hoşea cevap verdi: «Musa'nın kitabı.» Bunu duyan diğeri Haggay'a vardı ve
dedi: «Hoşea delirmiş, Musa'nın kitabının kendinden Musa'nın kitabını
aldığını söylüyor.»
Haggay karşılık verdi: «Bende Înşallah aynı şekilde deli olsam ey kardeş ve
tüm deliler Hoşea gibi olsa!»
Yahudiye ülkesine akın eden Suriyeli soyguncular, peygamberlerin ve
Ferisilerin oturduğu Karmel dağı yanında zar zor yaşayıp giden yaşlı bir
dulun oğlunu ele geçirdiler, öyle denk geldi ki, odun kesmeye gitmiş olan
Hoşea, ağlamakta olan kadına karşı geldi. Bunun üzerine, hemen ağlamaya
başladı, çünkü ne zaman gülen birini görse güler ve ne zaman ağlayan birini
görse ağlardı. Sonra Hoşea, ağlamasının nedeniyle ilgili olarak kadına sordu;
ve o da her şeyi anlattı.
O zaman Hoşea dedi: «Gel kardeş, çünkü Allah sana oğlunu vermek diliyor.»
Ve, ikisi birlikte Hebran'a gittiler, Hoşea burada kendisini satıp, parayı dul
kadına verdi, o da Hoşea'-nın parayı nasıl elde ettiğini bilmeyerek kabul etti.
Ve oğlunu kurtardı.
Hoşea'yı satın almış olan onu Kudüs'e getirdi, burada oturacak bir yeri vardı,
Hoşea'yı da tanımıyordu. Hoşea'nın bulunmadığını gören Haggay, üzü ntü ye
kapıldı. Bunun üzerine Allah'ın meleği, onun bir köle olarak Kudüs'e nasıl
getirildiğini anlattı.
Salih Haggay bunu duyunca, oğlunun yokluğuna ağlayan bir anne gibi
Hoşea'nın yokluğuna ağladı. Ve iki şakirt çağırıp Kudüs'e gitti. Ve Allah'ın
dilemesiyle, şehrin girişinde, efendisinin bağ tarlasındaki işçilere götürdüğü
ekmeği yüklenmiş olan Hoşea'yla karşılaştı.
Haggay onu tanıyıp dedi: «Oğul, nasıl oldu da, yana yakıla seni arayan yaşlı
babanı bıraktın?» Hoşea cevap verdi: «Baba, ben satıldım.» O zaman
Haggay öfkeyle dedi: «Seni satan bu kötü herif kimdir?»
Hoşea cevap verdi: «Allah seni affetsin ey babam; çünkü, beni satan o kadar
iyidir ki, eğer o dünyada olmamış olsaydı, kimse kutsal olmayacaktı.»
«O halde kimdir o?» dedi Haggay. Hoşea cevap verdi: «Ey benim babam, o
Musa'nın kitabıydı.»
O zaman, Haggay kendinden geçip, olduğu yerde kaldı ve dedi: «Seni sattığı
gibi oğlum, Musa'nın kitabı tüm çocuklarımla birlikte inşallah beni de satsa!»
Ve, Haggay Hoşea ile birlikte efendisinin evine gitti, o Haggay'ı görünce dedi:
«Peygamberini benim evime gönderen Allah'ı tesbih ederim»; ve elini
öpmeye koştu. O zaman Haggay dedi: «Kardeş, satın aldığın kölenin elini öp,
çünkü o benden daha iyidir.» Ve, olup bitenlerin hepsini ona anlattı; bunun
ü zerine, efendi Hoşea'ya hürriyetini verdi.
«Ve, istediğin tam bu kadar, ey muallim» (dedi yazıcı).
189.
Sonra İsa dedi: «Bu gerçektir. Çünkü, Allah bunu bana kesinlikle bildirdi. O
halde, herkesin bunun gerçek olduğunu bilmesi için, Allah adıyla güneş
olduğu yerde kalsın ve oniki saat hareket etmesin!» Ve, Kudüs ve
Yahudiye'nin dehşeti karşısında böyle oldu.
Ve İsa yazıcıya dedi: «Ey kardeş, böyle bir ilmin varken, benden ne öğrenmek
istersin? Allah sağ ve diridir ki, bu, insanın kurtuluşu için yeterlidir. Öyle ki,
Hoşea'nın iyilik severliğiyle Haggay'ın alçak gönûllülüğü tüm kanunun ve
tüm peygamberlerin istediğidir.»«Söyle bana kardeş, bana mabette soru
sormak için geldiğin zaman, Allah'ın beni belki de kanunu ve peygamberleri
yok etmek için göndermiş olabileceğini düşündün mü?»
«Bellidir ki, Allah bunu istemez. Çünkü O değişmez ve bu nedenle de,
insanın kurtuluş yolu olarak takdir ettiği şeyi tüm peygamberlere
söyletmiştir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer
Musa'nın kitabı babamız Davud'un kitabıyla birlikte sahte Ferisi ve fakihlerin
insani gelenekleriyle tahrif edilmemiş olsaydı, Allah bana Kelâmı'nı
vermeyecekti. Ve, neden ben Musa'nın kitabından ve Davut'un kitabından
söz ediyorum? Her peygamberliği tahrif ettiler. O kadar ki, bugün, Allah'ın
emrettiği hiç bir şeye bakılmıyor, ama insanlar, sanki Allah yanılgı içinde de,
insanlar hata etmezmiş gibi fakihler ne diyor, Ferisîler ne yapıyor, ona
bakıyorlar.»
«Bu bakımdan, yazıklar olsun bu imansız nesle, çünkü üzerlerine mabedle
mihrap arasında öldürdükleri Berekya'nın oğlu Zekeriyya'nın kanıyla
birlikte, her peygamberin ve takvalı insanın kanı dökülecektir!»
«Hangi peygamberi öldürmediler ki? Hangi takvalı insanı tabii bir ölümle
ölüme bıraktılar? Olsa olsa bir tane: Ve, şimdi de beni öldürmenin yollarını
arıyorlar. İbrahim'in çocukları olmakla ve güzel mabedleri bulunmakla
övünürler. Allah sağ ve diridir ki onlar şeytan'ın çocuklarıdır ve onun
dilediğini yaparlar; bu, yüzdendir, kutsal şehirle birlikte mabed yıkılacak, o
kadar ki, mabedte taş üstünde taş kalmayacaktır.»
190. Va'd İsmail için Yapıldı..
«Söyle bana kardeş, sen kanunu öğrenmiş bir alimsin. Babamız İbrahim'e
yapılan mesih va'di kim içindir? îshak için mi, İsmail için mi?»
Bilgin cevap verdi: «Ey muallim, ölüm cezasından ötürü bunu sana
söylemekten korkuyorum.»
O zaman İsa dedi: «Kardeş, evinde yemek yemeye geldiğim için üzgünüm,
çünkü sen bu hayatı Yaratıcın Allah'tan daha çok seviyorsun; ve bu nedenle
de, hayatını yitirmekten korkuyor ve dil Allah'ın kanunuyla ilgili olarak
kalbin bildiğinin aksini söylediği zaman yok olan sonsuz hayatı ve imanı
yitirmekten korkmuyorsun.»
O zaman salih yazıcı ağladı ve dedi: «Ey muallim, nasıl sonuç vereceğini
bilmiş olsaydım, insanlar arasında fitne çıkmasın diye söylenmeden
bıraktığım pek çok şeyi anlatırdım.»
İsa cevap verdi: «Ne insanlara, ne tüm dünyaya, ne tüm kutsal kişilere, ne de
tüm meleklere, Allah'a karşı gelmeyi gerektirdiğinde saygı duymamalısın. Bu
bakımdan, yaratıcın Allah'a karşı gelineceğine, bırak bütün (dünya) helak
olsun. Ve günahlarla birlikte ortada kalmasın. Çünkü günah yıkar, korumaz
ve Allah denizdeki kumlar kadar, hatta daha çok dü nyalar yaratmaya
kadirdir.»
191.
Sonra, yazıcı dedi: «Bağışla beni muallim, günaha girdim.»
îsa dedi.- «Allah bağışlasın seni; çünkü günahı O'na karşı işledin.»
Bunun üzerine yazıcı dedi: Allah'ın kulları ve peygamberleri Musa ve (senin
yaptığın gibi güneşi yerinde durduran) Yuşa'nın eliyle yazılmış eski bir kitap
gördüm. Bu kitap Musa'nın gerçek kitabıdır. İçinde, İsmail'in Mesih'in babası,
İshak'ın da Mesih'in habercisinin babası olduğu yazılıdır. Ve, kitap şöyle der
ki: «Musa dedi: «Kadir ve Rahim olan İsmail'in Allah'ı Rabb, azametinin
nurunu kuluna göster.» Bunun üzerine, Allah ona Elçisi'ni İsmail'in
kucağında gösterdi ve İsmail de İbrahim'in kücağındaydı. İsmail'in yanında
İshak duruyordu, kucağında bir çocuk vardı. Parmağıyla Allah'ın Elçisi'ni
gösterip diyordu: «Bu, Allah'ın tüm şeyleri kendisi için yarattığı kişidir.»
Bunun üzerine Musa sevinçle haykırdı: «Ey İsmail, sen kucağında tüm
dünyayı ve Cennet'i tutuyorsun; ben Allah'ın kulunu unutma ki, Allah'ın her
şeyi kendisi için yarattığı oğlunun sayesinde Allah'ın gözünde bir lutfa
erebiliyorum.»
192.
Bu kitapta, Allah'ın koyun ve sığır eti yediği bulunmaz; bu kitapta Allah'ın
rahmetini yalnızca İsrail için tuttuğu değil, bilakis Allah'ın, gerçekten
yaratıcısı Allah'ı arayan her insan için rahmet sahibi olduğu yazılıdır.
«Ben bu kitabın tamamını okuyamadım, çünkü ben kitaplığımda iken
başkâhin onu bir Ismaili'nin yazmış olduğunu söyleyerek beni men etti.»
O zaman İsa dedi: «Artık tekrar bir daha gerçeği saklamamaya bak. Çünkü
Mesih'e inanmakla Allah insanlara kurtuluş verecek ve O'nsuz kimse
kurtulamayacak»
Ve, İsa konuşmasını burada bitirdi. Bunun üzerine, yemeye oturuyorlardı ki,
bir de ne görelim, İsa'nın ayaklan dibinde ağlayan Meryem Nikodemus'un
(yazıcının adı böyleydi,) evine girip, ağlıyarak kendini İsa'nın ayaklannın
dibine bıraktı ve dedi: «Rab, senin sayende Allah'ın rahmetini gören kulunun
bir kız kardeşi ve bir erkek kardeşi şimdi ölüm tehlikesiyle hasta yatıyor.»
İsa karşılık verdi; «Evin nerededir? Söyle bana, çünkü onun sıhhati için
Allah'a dua etmeye geleceğim.»
Meryem cevap verdi: «Betani erkek ve kız kardeşimin (memleketi) dir. Benim
kendi memleketim Magdala'dır; erkek kardeşim Betani'dedir.»
İsa kadına dedi: «Hemen doğru erkek kardeşinin evine git ve orada beni
bekle. Onu iyileştirmeye geleceğim. Ve korkma, çünkü o ölmeyecek.»
Kadın ayrıldı ve Betani'ye vardığında erkek kardeşinin o gün ölmüş
olduğunu gördü. Bunun ü zerine onu babalarının kabrine koydular.