133-162

133. Temsillerin Anlamı
Havarileri İsa'nın yanına varıp, ona şöyle sordular : «Ey muallim, halka
söylediğin temsillerin anlamını bize anlat.»
İsa karşılık verdi: «Namaz saati yaklaşıyor; bu bakımdan, akşam namazı
bitince size temsillerin anlamını söyleyeceğim.»
Namaz bitince havariler İsa'nın yanına vardılar, o da kendilerine dedi: «Yol
ü stüne, taşlara, dikenlerin üstüne, iyi toprağa tohum eken, çok sayıda insanın
üstüne düşen Allah'ın Kelâmı'nı öğreten kişidir.»
«Yola düşer; yani, yaptıkları uzun yolculuklar ve ilişki içinde bulundukları
kavimlerin farklılığı nedeniyle, şeytan'ın hatırlarından Allah'ın Kelâmı'nı
çıkardığı denizcilerin ve tüccarların kulağına varır. Taşların üzerine düşer; bu
vakit, bir reisin vücuduna karşı göstermek zorunda oldukları büyük dikkat
nedeniyle, içlerine Allah'ın Kelâmı'nın işlemediği saray hizmetçilerinin
kulağına varır. Şundan ki, hatırlarında bundan az bir şey varsa da, herhangi
bir zorlukla karşılaşır karşılaşmaz Allah'ın Kelâmı hatırlarından çıkar gider;
çünkü, Allah'a kulluk etmediklerinden, Allah'tan yardım da umamazlar.
«Dikenlerin arasına düşer, bu kez, kendi hayatlarını sevenlerin kulağına
varır. Her ne kadar bunların üzerinde Allah'ın Kelâmı biterse de, bedeni
arzular büyüyünce iyi tohum olan Allah'ın Kelâmı'nı boğarlar. Çünkü bedeni
arzular (insanlara) Allah'ın Kelâmı'nı bıraktırır. İyi toprağa düşer; bu kez,
Allah'ın Kelâmı Allah'tan korkanın kulağına varır, burada sonsuz hayat
meyvesi verir. Bakın, size diyorum ki, kişinin Allah'tan korktuğu her
durumda, Allah'ın Kelâmı onun içinde meyve verir.»
«Şu aile babasına gelince, size diyorum ki bakın, o her şeyin babası olan
Rabbımız Allah'tır, şundan ki, her şeyi O yaratmıştır. Fakat, O, tabiatta
görüldüğü biçimde bir baba değildir. Çünkü O hareket etmez, hareket
etmeyen üremez, doğmaz, doğurmaz. O halde, Allah'ımız bu dünyanın
sahibi olandır; tohum ektiği tarla insan soyudur ve tohum da Allah'ın
Kelâmı'-dır. İşte böyle, muallimler dünyanın işlerine dalarak Allah'ın
Kelâmı'nı anlatmayı ihmâl ettikleri zaman, şeytan insanların kalbine dalâlet
(sapmalar-sapkınlıklar) eker, bundan da, şerli akidenin sayısız kolları türer.
Kutsal (kul)lar ve peygamberler haykırır: «Ey Rabb, sen o zaman insanlara iyi
akîde vermemiş miydin? Neden o halde bu kadar çok dalâlet oluyor?»
Allah cevap verir: «İnsanlara iyi akide verdim, ama insanlar kendilerini boş
şeylere kaptırıp giderken, şeytan, benim kanunumu hiçe indirgemek için
dalâletler ekiyordu.»
Kutsal (kul)lar der: «Ey Rabb, insanları yokederek bu dalâletleri dağıtacağız.»
Allah cevap verir: «Böyle yapmayın, çünkü mü'-minler kâfirlere akrabalıkla
öylesine bağlıdırlar ki, kâfirler içinde yok olurlar. Ama, mahkemeye kadar
bekleyin, çünkü o zaman kâfirler meleklerim tarafından toplanıp, şeytanla
birlikte Cehennem'e atılırken, iyi mü'min olanlar benim melekûtuma
gelecek.» Emin olun ki, pek çok kâfir babanın mü'min oğulları olur, bunların
uğruna da Allah dünyanın tevbe etmesini bekler.
İyi incir taşıyanlar iyi akide va'z eden muallimlerdir. Fakat yalanlardan zevk
alan dünya ehli, muallimlerden güzel sözler ve koltuk kabartma yaprakları
ister. Bunu gören şeytan, beden ve nefsle birleşerek, bir sürü yaprak, yani,
günahları örtecek bir sürü yaprak getirir; bunları alan insan hastalanır ve
sonsuz ölüme hazırlanır.
Suyunu pisliklerini yıkayıp gidermek için başkalarına veren, fakat kendi
elbiselerini çürümeye bırakan su sahibi vatandaş, başkalarına pişman olmayı
öğütleyen, kendisi ise, halâ günahta devam eden muallimdir.
«Hava üzerine, kendine uygun cezayı melekler değil, kendi diliyle yazan
zavallı insan!»
«Eğer bir insanın dili fil dili gibi, vücudunun geri kalan kısmı ise karınca gibi
küçük olsa, bu acaip bir şey olmaz mı? Evet, mutlaka. Şimdi, size diyorum ki,
bakın, başkalarına pişman olmayı öğütleyip, kendisi ise günahlarına tevbe
etmeyen daha çok acaiptir.»
«Şu elma satan iki adama gelince: Biri, Allah rızası için öğütte bulunup,
kimsenin koltuğunu kabartmayan, fakat, yalnızca yoksul bir insanın
geçimliğini isteyip gerçekten öğüt veren kişidir. Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, böyle bir insanı dünya ehli kabul etmez,
aksine hor görür. Ama, altınla olan ağırlığı nedeniyle kabuk satan ve elmaları
saçıp savuran ise, insanları memnun etmek için öğütte bulunan kişidir; ve o
dünya ehlinin koltuğunu kabartmakla, koltuk kabartıcılığının sonucu olarak
ruhunu mahveder. Ah, bundan dolayı niceleri helak olup gitmiştir!»
O zaman (bunu) yazan karşılık verdi «Kişi Allah'ın kelâmını nasıl dinlemeli;
ve kişi Allah sevgisi için va'z vereni nasıl bilmeli?»
İsa cevap verdi: «Va'z veren, iyi akideyi va'z ederken Allah konuşuyormuş
gibi dinlenilmelidir; çünkü, Allah onun ağzıyla konuşmaktadır. Fakat, kişilere
saygı gösterip, belli insanların koltuklarını kabartarak, günahlara günah
demeyenden yılandan kaçar gibi kaçmalıdır, çünkü, gerçekte o insanın
duyduğunu zehirler.»
«Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, nasıl ki yaralı bir adamın
yaralarını sarmak için güzel bir sargıya değil de, iyi bir merheme ihtiyacı
varsa, aynı şekilde, bir günahkârın da, günah işlemeyi bırakması için güzel
sözlere değil, güzel uyarı ve sakındırmalara ihtiyacı vardır.»
134. Cehennem'dekilerin Durumları
Sonra, Petrus dedi: «Ey muallim, bize, kaybedenlerin nasıl azap göreceğini ve
Cehennem'de ne kadar kalacaklarım anlatın ki, insan günahtan kaçabilsin.»
îsa cevap verdi: «Ey Petrus, sorduğun güzel bir şey, ben de inşallah sana
cevap vereceğim. Bu bakımdan bilin ki, Cehennem birdir. Ama, birbiri
altında yedi katı vardır. Dolayısıyla nasıl yedi türlü günah varsa, şeytan'ın
neden olduğu bu (günahlar) için Cehennem'in yedi kapısı ve orada yedi tane
de ceza vardır.»
«Kalben en mağrur olan, üstteki tüm katlardan geçerek ve bunlardaki tüm
acıları çekerek en alt kata fırlatılacaktır. Burada, Allah'ın emrettiğinin aksine,
istediğini yapmak arzusuyla Allah'tan daha yüce olmanın peşinde koşup,
kendi üstünde kimseyi tanımak istemiyor idiyse, aynı şekilde orada şeytan ve
şeytancıklarının ayakları altına konacak. Bunlar kendisini üzümün şarap
yapılırken ezildiği gibi ezecekler ve bundan sonra hep şeytanların eğlencesi
ve maskarası olacaktır.»
«Komşusunun iyiliğinden tedirgin olup, başına gelenlere sevinen haset,
altıncı kata gidecek ve çok sayıda Cehennem yılanlarının dişleri tarafından
tedirgin edilecektir.»
«Ve, Cehennem'deki tüm şeyler gördüğü azaba seviniyor ve yedinci kata
gitmediğine üzülüyormuş gibi gelecektir kendisine. Her ne kadar lânetliler
hiç bir şeye sevinemezlerse de, yine de Allah'ın adaleti, kötü, haset adamı
insan rüyasında biri tarafından tekmeleniyor ve bu yüzden azap
duyuyormuş hissi veren bir duruma sokacaktır. Kötü haset adamın önüne
konan durum aynen böyle olacaktır işte. Asla hiç bir mutluluğun olmadığı bir
yerde, ona, öyle gelecektir ki, sanki herkes, başına gelenlere sevinmekte ve
daha kötüsünü tatmadığına üzülmektedir.»
«Tamahkâr beşinci kata gidecek (ve) orada zengin ziyafetçinin çektiği gibi
aşırı derecede yoksulluk çekecektir. Ve, cinler daha çok azap (vermek) için,
arzuladığı şeyi kendisine sunacaklar ve onu eline aldığında, diğer cinler,
«Hatırla ki, Allah sevgisi için vermiyordun. Allah da şimdi almanı istemiyor»
diyerek, elinden zorla çekip alacaklardır.»
«Ey mutsuz insan! Şimdi, eski zenginliğini hatırlayıp, şu andaki dehşetli
yoksulluğunu görünce kendini bu durumda bulacak (işte) 'Ve, o zaman sahip
olamayacağı mallarla sonsuz zevkleri kazanabilirdi! (Ama, heyhat!.)
135.
«Dördüncü kata şehvet düşkünü gidecek. Orada, kendilerine Allah
tarafından verilen yolu değiştirenler, şeytan'ın yanan tersinde pişmiş ekin
gibi olacaklar. Ve, orada korkunç Cehennem yılanlarınca kucaklanacaklar.
Ve, fahişelerle günah işleyenler (in) bütün bu pis hareketleri, kendileri için
Cehennemi ateş ve öfkelere dönüştürecek; bunlar, saçı yılan, gözleri alevli
kükürt, ağzı zehirli, dili yalan dolan, vücudu tümüyle ahmak balıkları
yakalamada kullandıklarına benzer dikenli çengellerle kaplı kuşak, pençeleri
ejderha pençeleri gibi, tırnakları ustura, (ve) üretim organlan da ateş gibi olan
kadına benzer şeytanlardır. Şimdi, bütün bunlarla birlikte, tüm şehvet
düşkünleri, yatakları olacak olan Cehennem'in közlerinden (de)
yararlanacaklardır!
«Üçüncü kata, şimdi çalışmak istemeyen tembeller gidecektir. Burada, tek bir
taş gereken yere konmadığı için, biter bitmez yıkılıveren şehirler ve büyük
büyük saraylar yapılır. Ve, bu koca koca taşlar tembellerin omuzlarına konur.
Bunlar, yürürken bedenlerini serinletmek ve yükü kolaylaştırmak için ellerini
kullanmazlar. Çünkü, tembellik kollarının gücünü gidermiştir ve bacakları
Cehennem'in yılanlarıyla kucaklaşmaktadır. Ve, daha kötüsü ardında cinler
vardır, kendisini iter ve yükün altında defalarca yere düşürürler; yükü
kaldırması için yardım da etmezler; kaldırılamıyacak derecede ağırdır o, bir
iki katı daha konur üzerine.
«İkinci kata boğaz düşkünleri gider. Şimdi, burada yiyecek kıtlığı vardır, o
derecede ki, canlı akreplerle, canlı yılanlardan başka yenecek hiç bir şey
yoktur. Bu öyle bir azap verir ki, hiç doğmamış olmak bu tür yemekleri
yemekten daha iyidir. Görünüşte şüphesiz, kendilerine cinler tarafından nefis
etler sunulur; fakat elleri ve ayakları ateşten zincirlerle bağlı olduğundan,
kendilerine et göründüğü durumlarda el uzatamazlar. Ama, daha da kötüsü,
yediği akrepler karnını kemirir. Hızlıca dışarı çıkamadıklarından oburun gizli
yerlerini parçalarlar. Ve, zaten kirli olup, pis ve tiksindirici biçimde dışarı
çıktıkları zaman tekrar tekrar yenirler.»
«Öfkeli olan, birinci kata gider. Orada, tüm cinlerden ve kendinden aşağılara
giden o kadar lânetli kişilerden hakaret görür. Kendisini tekmelerler,
tokatlarlar, geçtikleri yola yatırırlar ve ayaklarıyla boğazına basarlar. O, yine
de kendisini koruyamaz. Çünkü elleri ve ayakları bağlanmıştır. Ve daha
kötüsü, başkalarına hakaret ederek öfkesinin çıkacağı bir yol da bulamaz.
Çünkü dili, balık satanın kullandığına benzer bir kancayla bağlanır.»
«Bu lânetli yerde, tüm katlarda görülen, ekmek yapmak için çeşitli ekin
tanelerinin karıştırılması gibi, genel bir cezalandırma olacaktır. Ateş, buz,
yıldırımlar, şimşek, kükürt, sıcak, soğuk, rüzgâr, çılgınlık, şiddet hepsi
Allah'ın adaletince birleştirilecek. O şekilde ki, ne soğuk sıcağı yumuşatacak,
ne de ateş buzu.. Her biri sefil günahkâra azap verecektir.»
136.
«Bu lânetli bölgede kâfirler ebediyyen kalacaktır,-o kadar ki, dünya mısır
taneleriyle dolsa ve tek bir kuş, dünyayı boşaltmak için yüz yılda bir kez, tek
bir taneyi götü recek olsa —eğer bu şekilde boşalıp— kâfirler de Cennet'e
girecek olsalar, sevinip rahat ederler. Ama, böyle bir ü mit yoktur. Çünkü,
günahlarına Allah sevgisiyle bir son vermedikleri için çektikleri azap da sona
ermeyecektir.»
«Fakat, mü'minler rahat edecekler, çünkü çektikleri azabın sonu gelecektir.»
Havariler bunu duyunca korkup dediler: «Mü minlerin de Cehennem'e
girmeleri gerekiyor mu?»
İsa cevap verdi: «Kim olursa olsun, herkesin Cehennem'e girmesi gerek. Ama,
buna rağmen, Allah'ın kutsal (kul) ları ve peygamberlerinin, herhangi bir
ceza çekmek için değil de, görmek için oraya gidecekleri doğrudur; ve
korkanlar yalnızca takvalı olanlardır. Ne diyebilirim ki ben? Size söylüyorum
ki, buraya, Allah'ın adaletini görmek üzere Allah'ın Elçisi (bile) gelecektir. O
zaman, O'nun varlığından Cehennem titreyecektir. Ve, O da bir insan
bedenine sahip olduğundan, tüm insan bedenine sahip olup da cezaya
konulanlar, Allah'ın Elçisi'nin Cehennemi görmek için kaldığı sürece cezasız
kalacaklardır. Fakat, O orada (yalnızca) göz açıp kapayıncaya kadar geçen
süre içinde kalacaktır.»
«Ve, Allah bunu, her yaratık Allah'ın Elçisi'nden yarar gördüğünü bilsin diye
yapacaktır.»
«O, oraya geleceği zaman, tüm şeytanlar titreyecek ve birbirlerine «kaçın
kaçın, çünkü düşmanımız Muhammed buraya geliyor» diyerek, yanan
közlerin altına gizlenmeye çalışacaklardır. Bunu duyan şeytan, her iki
elleriyle yü zü ne vuracak ve haykırarak diyecektir: «Sen, bana rağmen benden
daha soylusun, adaletsizce yapılmış (bir iş) bu!»
137.
«Yetmiş iki derecede olan mü'minlere gelince: —biri salih amellere ü zü lü p,
diğeri de kötülüklere sevinerek— salih amelleri olmadan (yalnızca) imanı
bulunan son iki derecedekiler Cehennem'de yetmiş bin yıl kalacaklar.»
«Bu yıllardan sonra melek Cebrail Cehennem'e gelecek ve onların «Ey
Muhammed, sana inananların Cehennem'de ebediyyen kalmayacaklarını
söyleyerek, bize edilmiş va'dlerin nerede?» dediklerini duyacak.»
«O zaman, melek Cebrail geri Cennet'e dönüp, saygıyla Allah'ın Elçisi'ne
yaklaşacak, duyduklarını O'na anlatacak.»
O zaman Elçi'si Allah ile konuşup, diyecek: «Allah'ım Rabb, benim inancımı
kabul edenlerle ilgili olarak, onların Cehennem'de ebediyyen kalmayacakları
(şeklinde) ben kuluna edilmiş va'di hatırla.»
Allah karşılık verecek: «Ne diliyorsan iste, ey dostum, çünkü, istediğin her
şeyi sana vereceğim.»
O zaman Allah'ın Elçisi diyecek: «Ey Rabb, müminlerden yetmiş bin yıldır
Cehennem'de kalanlar var. Merhametin nerede ey Rabb? Sana, Rabb, onlan
acı cezalardan kurtarman için dua ediyorum.»
«O zaman Allah, dört gözde meleğine Cehennem'e giderek, Elçisi'ne inanan
herkesi çıkarıp, Cennet'e götürmelerini emredecek. Ve, onlar da bunu
yapacaklar.»
«Ve, Allah'ın Elçisi'ne inanmanın yararı böyle olacaktır işte. O'na inananlar,
hiç bir salih amel işlemeseler de, inançları içinde ölürlerse, sözünü ettiğim
cezadan sonra Cennet'e gireceklerdir.»
138.
Sabah olunca erkenden, şehrin tüm insanları kadın ve çocuklarla birlikte,
îsa'nın havarileriyle kaldığı eve gelerek, O'na yalvanp dediler: «Rab, bize
merhamet et. Çünkü, bu yıl kurtlar ekinleri yediler ve biz de bu yıl
toprağımızdan hiç bir şey alamıyacağız.»
îsa karşılık verdi: «Sizinki de ne korku! Bilmez misiniz ki, Allah'ın kulu îlya,
Allah'ın azabının sürdüğü üç yıl içinde, yalnızca otlarla ve yabanî meyvelerle
beslenerek, ekmek (yüzü) görmedi. Allah'ın peygamberi babamız Davud,
Seul'un zulmü altında iki yıl yabanî meyve ve ot yedi. O kadar ki, yalnızca iki
kez ekmek yedi.»
Adamlar karşılık verdiler: «Rab, onlar manevî nimetlerle beslenen ve
dolayısıyla iyi sabır gösteren Allah'ın peygamberleridirler; ama bu küçükler
nasıl yemek bulacaklar?» Ve, O'na çocukların oluşturduğu kalabalığı
gösterdiler.
O zaman İsa, onlann perişanlıklarına merhamet ederek dedi: «Hasada ne
kadar var?» Cevap verdiler: «Yirmi gü n.»
O zaman İsa dedi: «Bakın, bu yirmi gün süreyle kendimizi oruca ve namaza
veririz; böylece Allah size, merhamet edecektir. Bakın, size diyorum ki,
burada, benim Allah veya Allah'ın oğlu olduğumu söylediklerinde
îsraililer'in günahı ve insanların deliliği başladığı için, Allah bu kıtlığı
vermiştir.»
On dokuz gün oruç tutup da, yirminci günün sabahı olduğu zaman, tarlaların
ve tepelerin olgun ekinlerle kaplı olduğunu gördüler. Bunun üzerine, Isa'ya
koşup, her şeyi anlattılar. Ve, bunu işitince îsa, Allah'a şükürler etti ve dedi:
«Gidin kardeşler, Allah'ın size verdiği yemeği toplayın.»
Adamlar o kadar çok ekin topladılar ki, nereye koyacaklarını bilemediler; ve
bu şey İsrail'deki bolluğun sebebi oldu.
Şehirliler, İsa'yı başlarına kral yapmak için danışıp görüştüler; o, bunu
öğrenince kendilerinden kaçtı. Bu nedenle, havariler on beş gün kendisini
bulmak için uğraştılar.
139.
îsa, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve Yuhanna tarafından bulundu. Ve, onlar
ağlayarak dediler: «Ey üstad, bizden neden kaçtın? Yana yakıla seni aradık;
tüm havariler de ağlaya ağlaya seni arıyorlar.»
İsa cevap verdi: «Kaçtım. Çünkü, biliyordum ki, şeytanların bir yol
göstericisi, kısa bir zaman sonra göreceğiniz bir şey hazırlıyor benim için. İleri
derecedeki kâhinlerle halkın önde gelenleri bana karşı ayaklanacak ve Romalı
validen beni öldürmek için yetki koparacaklar. Çünkü, benim İsrail krallığını
gasbetmek istediğimden korkuyorlar. Hattâ, Yusuf'un Mısır'a satıldığı gibi,
ben de havarilerimden biri tarafından ihanete uğrayacak ve satılacağım.
Ama, peygamber Davud'un, «O, çukura, komşusuna tuzak kuranı
düşürecektir.» dediği gibi, adaletli Allah, kendisini düşürecek. Allah, beni
onların elinden kurtarıp, dünyadan çekip alacak.»
Üç havari korktular; ama îsa, «Korkmayın, çünkü sizden hiç biriniz bana
ihanet etmeyecektir» diyerek kendilerini rahatlattı.
Ertesi gün olunca, İsa'nın şakirtlerinden otuz altısı ikişer ikişer geldi; ve (İsa)
diğerlerini bekleyerek Şam'da kaldı. Ve, herkese dert yanıyorlardı. Çünkü,
İsa'nın dünyadan ayrılması gerektiğini biliyorlardı. Bunun üzerine ağzını açtı
ve dedi: «Kesinlikle mutsuz odur ki, nereye gideceğini bilmeden yürür; ama
(bundan) daha mutsuz olan ise, gü cü yettiği ve iyi bir hana nasıl varılacağını
bildiği halde, yağmur altında, eşkiya tehlikesine karşı batak yolda kalmak
diler ve arzu eder. Söyleyin bana kardeşler, bu dünya bizim ana vatanımız
mıdır? Hiç de değil. Çünkü, ilk insan dünyaya sürgüne gönderildi; ve burada
hatasının cezasını çekiyor. Yoksulluk içinde olduğunu görürken, kendi
zengin ü lkesine dönme özlemini duymayan bir sü rgü n bulunur mu acaba?
Akıl bunu kesinlikle reddeder, ama tecrübe doğruluyor, çünkü, dünyayı
sevenler ölümü düşünemezler; hem de, biri kendilerine ondan söz etti mi,
konuşmasına kulak vermezler.»
140.
«İnanın ki ey insanlar, ben dünyaya, hiç kimsenin, hattâ Allah'ın Elçisi'nin
bile sahip olmadığı bir ayrıcalıkla geldim (Bu ayrıcalık Isa Peygamberin
kıyamete yakın bir zamana kadar yükseltildiği yerde yaşamasıdır); çünkü,
Allah'ımız insanı dünyada yerleştirmek için değil, gerçekte Cennet'e koymak
için yarattı.»
«Emin olun ki, kendisine yabancı bir kanuna bağlı olduklarından,
Romalılar'dan herhangi bir şey almak ümidi olmayan kişi, sahip olduğu tüm
şeylerle birlikte kendi ülkesini terketmek ve asla dönüp de, gidip Roma'da
yaşamak istemez. Ve, kendisinin Kayser'e karşı geldiğini gördüğü zaman, çok
daha az (ihtimalle) böyle bir şey yapar. îşte, ben de size diyorum ki bakın,
Allah'ın peygamberi Süleyman da benimle birlikte ağlıyor, «Ey ölüm, seni
hatırlamak, zenginlikleri içinde rahat rahat oturanlara ne kadar da acı gelir!»
Bunu, şimdi öleceğim için demiyorum; çünkü, dünyanın sonuna kadar
yaşayacağımdan eminim.
«Fakat, ölmeyi öğrenesiniz diye size bundan söz edeceğim.»
«Allah sağ ve diridir ki, bir kez bile olsa yanlış yapılan her şey gösterir ki, bir
şeyi iyi yapmak için, o şeyde alıştırma yapmak gereklidir.»
«Askerleri gördünüz mü, barış zamanında sanki savaştalarmış gibi nasıl da
birbirleriyle kendilerini eğitirler. Ya iyi ölmesini bilmeyen insan, iyi bir
ölümle nasıl ölecektir?»
«Rabb'ın gözünde kutsal (kul) un ölmesi çok kıymetlidir» demişti Peygamber
Davud. Neden biliyor musunuz? Söyleyeceğim size: Şundan ki, nasıl, tüm az
bulunan şeyler kıymetliyse, iyi ölenlerin ölümü de, az bulunduklarından
Yaratıcımız Allah'ın gözünde kıymetlidir.
«Cidden, bir insan ne zaman bir şeye başlasa, aynı şeyi bitirmek istemekle
kalmaz, bunun yanı sıra, plânı iyi bir sonuca varsın diye sancılanır.»
«Ey, donuna kendinden daha çok değer veren zavallı insan; kumaşı keseceği
zaman, kesmeden önce dikkatle ölçer; kesilince de özenle diker. Ya, hayatını,
—ölmek için doğan, o kadar ki, yalnızca doğmayan ölmez— neden insanlar
hayatlarını ölümle ölçmezler?»
«Yapı yapanları gördünüz mü; koydukları her taşta duvar yıkılmasın diye,
tam yerinde olup olmadığını ölçerek temeli nasıl da göz önünde
bulundururlar? Ey sefil insan, hayat yapısı en büyük yıkımla yıkılacak, çünkü
ölüm temeline bakmıyor!»
141. Akli Dengesizlik..
«Söyleyin bana, bir insan doğarken nasıl doğar? Mutlaka çıplak doğar. Ve,
ölü olarak toprağın altına konurken, ettiği kâr nedir? îçine sarıldığı basit bir
keten bezi; ve budur dünyanın kendisine verdiği ödül.»
«Şimdi, işin iyi bir sona varması için, her işte (kullanılan) araçların başlangıç
ve sonla uyum içinde olması gerekirken, ya dünyanın zenginliğini isteyen
insanın varacağı son nedir? Allah'ın peygamberi Davud Peygamber'in
«Günahkâr en kötü bir ölümle ölecektir» dediği biçimde öl(üp gid)ecektir.»
«Bir insan elbise dikerken, iğneye iplik yerine kiriş geçirirse, iş(i) nasıl (bir
sona) varır? Mutlaka boşa çalışmış olur ve komşuları tarafından küçümsenir
Şimdi, insan dünyalık malları toplarken sürekli bu (işi) yaptığını görmüyor.
Çünkü, Ölüm iğnedir, dünyalık malların kirişleri ondan geçmez. Yine de o,
delicesine işi başarmak için uğraşır durur, ama nafile.»
«Ve, benim bu sözüme kim (inanmıyorsa) kabirlere baksın. Çünkü, orada
gerçeği bulacaktır. Allah korkusuyla başka her şeyin ötesinde akıllı olmak
isteyen mezarın kitabesini incelesin. Çünkü, orada, kurtuluşu için gerçek
akideyi bulacaktır. Çünkü, insan bedeninin kurtçukların yiyeceği haline
dönüştüğünü gördüğü zaman, dünyadan, bedenden ve nefsten sakınmayı
öğrenecektir.
-Söyleyin bana, insanın ortasından yürüdüğünde emniyetle gidebileceği,
kıyılardan yürüdüğünde ise başını kıracağı bir yol olsa; birbirlerine karşı
çıkan ve kıyıya en yakın olmak gayretiyle kavga eden ve kendilerini öldüren
insanlar görürseniz ne dersiniz? Nasıl da şaşırırsınız! Mutlaka dersiniz ki,
«Deli ve çılgındır onlar. Eğer çılgın değillerse aklî dengesizlik içindedirler.»
«Doğru, aynen öyledir» (diye) karşılık verdi havariler.
O zaman îsa ağladı ve dedi: «îşte, dünyayı sevenler de tıpkı böyledirler.
Çünkü, insanda orta bir yer tutan akla göre yaşasalardı, Allah'ın kanununa
uyarlar ve sonsuz ölümden kurtulurlardı. Fakat, bedene ve dünyaya
uyduklarından, biri diğerinden daha bir gurur ve şehvetle yaşamak için
didinen çılgınlar ve kendi benliklerinin acımasız düşmanlarıdırlar.»
142. Hain Yahuda ve Tahrifçi Din Adamlarının Mantığı
Hain Yehuda İsa'nın kaçtığını görünce, dünyada güçlü olma ümidini
yitirmişti. Çünkü, içinde Allah sevgisi için kendisine verilen tüm şeylerin
bulunduğu İsa'nın kesesini taşıyordu. îsa'nın İsrail kralı, kendişinin de gü çlü
bir insan olacağını ümit ediyordu. Bu bakımdan, ümidini yitirince kendi
kendine dedi: «Eğer bu adam bir peygamberse, parasını çaldığımı bilir; ve
böylece sabrını yitirip, kendisine inanmadığımı bilerek beni hizmetinden
kovar. Eğer akıllı bir adam olsaydı, Allah'ın kendisine vermek istediği
şereften kaçmazdı? Bu bakımdan, Ferisîler, yazıcılar ve önde gelen
kâhinleriyle bir düzen kurup, onu ellerine nasıl teslim edeceğime bakmam
daha iyi olacak, çünkü böylece iyi bir şeyler elde edebilirim.» Bunun üzerine,
kararını verip, meselenin Nain'de nasıl geçtiğini yazıcılar ve Ferisîler'e
duyurdu. Onlar da başkâhinle istişare edip, dediler: «Bu adam kral olursa ne
yaparız? Kesinkes geçimimiz kötü olur; çünkü o, eskiden olduğu gibi Allah'a
ibadeti geri getirmek isteyecektir. Çünkü, bizim geleneklerimizi alıp kabul
edemez. Şimdi, böyle bir adamın egemenliği altında nasıl geçiniriz?
Kesinlikle, çocuklarımızla birlikte helak oluruz; çünkü memuriyetimizden
atılırsak, ekmeğimizi dilenmek zorunda kalırız.
«Şimdi, Allah'a şükür, bizim kendilerininkiyle ilgilenmediğimiz gibi bizim
kanunumuzla ilgilenmeyen, kanunumuza yabancı bir kral ve bir valimiz var.
Ve, böylece listeye ne alırsak yapabiliyoruz; bu şekilde her ne kadar günah
işliyorsak da, Allah'ımız öylesine merhametlidir ki, kurban ve oruçla
yumuşayıverir. Fakat, eğer, bu adam kral olursa, Musa'nın kitabına göre
Allah'a ibadet edildiğini görmedikçe yumuşamıyacaktır; ve daha da kötüsü,
(önde gelen havarilerinden birinin bize dediği gibi) Mesih, Davud soyundan
gelmeyecek demekte, ama, İsmail'in soyundan geleceğini ve va'din îshak'a
değil, îsmail'e yapıldığını söylemektedir.»
«O halde, bu adam yaşamaya katlanacak olursa, sonuç ne olacaktır? Mutlaka
îsmaililer Romalılarla anlaşmaya varıp, ülkemizi ellerine verecekler ve
böylece İsrail, eskiden olduğu gibi yine köleleştirilecektir.» Bunun üzerine,
teklifi duyan başkâhin Hirodes ve valiyle görüşmesi gerektiği şeklinde cevap
verdi, «Çünkü, halk O'na öylesine eğilim göstermektedir ki, asker olmadan
herhangi bir şey yapamayız; ve inşallah askerle bu işi belki başarabiliriz.»
Bu nedenle, aralarında istişare edip, vali ve Hirodes olur dedikleri zaman,
onu geceleyin yakalamak için plân kurdular.
143.
Sonra, tüm havariler Allah'ın dilemesiyle Şam'a geldiler. Ve, o gün hain
Yehuda herkesten daha çok İsa'nın yokluğuna üzülüyor göründü. Bunun
üzerine İsa dedi:
«Herkes, hiç yeri yokken sizi seviyor gösterisinde bulunan kişiden sakınsın.»
Ve Allah anlayışımızı giderdi de, onun bunu ne amaçla dediğini bilemedik.
Şakirtlerin tümü geldikten sonra İsa dedi: «Galile'ye dönelim, çünkü Allah'ın
meleği bana oraya gitmem gerektiğini söyledi.» Bunun üzerine, bir sebt günü
sabahı îsa Nasıra'ya geldi. Şehirliler îsa'yi tanıyınca herkes kendisini görmek
istedi. Bu arada, Zakkay adlı kısa boylu bir vergi mültezimi büyük kalabalık
nedeniyle İsa'yı göremediğinden yabani bir incir ağacına tırmanıp, İsa
havraya giderken oradan geçeceği zamanı bekledi. Sonra İsa o yere gelince
gözlerini kaldırıp dedi: «İn Zakkay çünkü bugün senin evinde kalacağım.»
Adam inip O'nu memnunlukla kabul etti ve mükemmel bir ziyafet hazırladı.
Ferisîler mırıldanıp İsa'nın havarilerine dediler: «Mualliminiz neden vergi
mültezimleri ve günahkârlarla yemeğe gider?»
îsa cevap verdi: «Doktor bir eve neden girer? Söyleyin bana ve ben de size
neden buraya geldiğimi söyleyeceğim.»
Cevap verdiler: «Hastaları iyileştirmek için.» «Doğru Söylüyorsunuz.» dedi
îsa, «Çünkü hastalardan başka kimsenin ilâca ihtiyacı yoktur.»
144.
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah peygamberlerini
ve kullarını dünyaya, günahkârlar tevbe etsin diye gönderir, takva sahipleri
uğruna göndermez, çünkü, nasıl temiz olanın banyoya ihtiyacı yoksa, onların
da tevbeye ihtiyacı yoktur. Ama size diyorum ki bakın, eğer sizler gerçek
Ferisîlerseniz benim kurtuluşları için günahkârlarla uğraşmam gerektiğinden
memnun olmalısınız.
«Söyleyin bana, kaynağını» ve dünyanın Ferisileri neden çekmeye başladığını
biliyor musunuz? Mutlaka anlatacağım size, çünkü, bilmiyorsunuz, öyleyse
sözlerime kulak verin.
«Dünyaya hiç değer vermeden, gerçekten Allah'ın yolunda yürüyen bir Allah
dostu Enoh (İdris Peygamber) Cennet'e alındi; ve, mahkemeye kadar orada
kalacak (çünkü, dünya sonuna yaklaştığı zaman o, îlya ve bir başkasıyla
birlikte dünyaya dönecektir). Ve böylece, bunu bilen insanlar Cennet
arzusuyla Yaratıcıları Allah'ı aramaya başladılar. Şu «Ferisi», Kenan dilinde
tam anlamıyla «Allah'ı arayan» demektir. Çünkü Kenaniler insanın ellerine
tapınma denen putperestliğe bağlı olduklarından, bu ad orada iyi insanlarla
alay etmek suretiyle başladı.
«Bu şekilde, halkımızdan Allah'a kulluk için dünyadan ayrılanları gören
Kenanîler, böyle birini gördüklerinde «Ferisi», yani 'Allah'ı arıyor' derlerdi.
Şöyle demek istiyorlardı: «Ey deli yoldaş, senin heykelden putların yok ve
rüzgâra tapmıyorsun; bu bakımdan, kaderine bak da, gel ve bizim
tanrılarımıza kulluk et.»
«Bakın, size diyorum ki», dedi îsa, «Tüm velîler ve Allah'ın peygamberleri
sizin gibi ismen değil, ama amelde Ferisi olmuşlardır. Çünkü, tüm
hareketlerinde yaratıcıları Allah'ı aramışlar ve Allah sevgisiyle şehirleri
terketmişler ve mallarını Allah sevgisi uğruna (Allah'a) satmışlar ve
yoksullara vermişlerdir.»
145. Ilya (İlyas) Peygamberin Kitabı
«Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın peygamberi ve dostu İlya zamanında onyedi
bin Ferisî'nin oturduğu on iki dağ vardı. Ve öyleydi ki, bu kadar büyük bir
sayının içinde tek bir fasık/facir yoktu; ve hepsi Allah'ın seçkin (kul)Iarıydı.
Ama şimdi, israil'de yüzbinden fazla Ferisî'nin olduğu bir zamanda, bin
kişide bir tane seçkin (kul) vardır inşallah!»
Ferisîler kızarak karşılık verdiler: «Öyleyse, biz hep fasık/faciriz. Ve sen bizim
dinimizi fısk/fücur içinde görüyorsun.»
îsa cevap verdi: «Gerçek Ferisîler'in dinini fısk/ fücur içinde değil,
beğenilecek bir şey olarak görüyorum. Ve bunun için ölmeye de hazırım.
Ama gelin siz Ferisi misiniz, değil misiniz bakalım. Allah'ın dostu îlya
havarisi Elişa'nın ricası üzerine küçük bir kitap yazıp, içinde Rabb'ımız
Allah'ın kanunuyla birlikte tüm insanî hikmetlere de yer verdi.»
Ferisîler îlya'ın kitabının adını duyunca şaşırdılar, çünkü geleneklerinde
kimsenin böyle bir akideye uyduğunu bilmiyorlardı. Bu bakımdan yapılacak
işleri olduğu bahanesiyle ayrılıp gitmek istediler. O zaman İsa dedi: «Eğer siz
Ferisîlerseniz başka her işi bırakırsınız; çünkü, Ferisi yalnızca Allah'ı arar.
Bunun üzerine şaşkınlık içinde İsa'yı dinlemek için kaldılar, o da dedi:
«Allah'ın kulu İlya» (çünkü, küçük kitap böyle başlıyor), «Yaratıcısı Allah'la
birlikte yürümek isteyen herkes için bunu yazıyor. Kim çok şey öğrenmek
isterse, o Allah'tan az korkar (metinden aynen), çünkü Allah'tan korkan
yalnızca Allah'ın dilediğini öğrenmekle yetinir. Güzel sözler isteyenler, başka
değil, yalnızca günahlarımızı reddeden Allah'ı istemezler.
«Allah'ı anmak arzu edenler, hemen evlerinin kapı ve pencerelerini
kapasınlar. Çünkü, mal sahibi evinin dışında, sevilmediği (bir yerde)
bulunmaya katlanamaz. Bu bakımdan, nefislerinizi koruyun, kalbinizi
koruyun, çünkü Allah, dışınızda, nefret edildiği bu dünyada bulunmaz.»
«Salih amel işlemek isteyenler kendi benliklerine yönelsinler, çü nkü tüm
dünyayı kazanıp da kendi ruhunu yitirmek hiç bir işe yaramaz.»
«Başkalarına öğretmek isteyenler, başkalanndan daha iyi yaşasınlar; çünkü
kendinizden daha az bilenden hiç bir şey öğrenilemez. O halde, günahkâr
kendine öğretenden daha kötü birini duyduğu zaman hayatını nasıl
düzeltecek?
«Allah'ı arayanlar insanların (metinden aynen) sohbetinden kaçsınlar, çünkü
Musa Sina dağında yalnızken kendini buldu ve bir dostun bir dostla
konuştuğu gibi Allah'la konuştu.
«Allah'ı arayanlar, otuz günde yalnızca bir kez dünyalık insanların
bulundukları yere çıksınlar; çünkü, Allah'ı arayanın iki yıllık işi bir günde
yapılabilir.»
«Yürüdüğü zaman, yalnızca kendi ayaklarına baksın.»
«Konuştuğu zaman, yalnızca gerekli olan şeyi konuşsun.»
«Yedikleri zaman, sofradan doymadan kalksınlar. Her gün bir ertesi güne
çıkmayacaklarını düşünüp, vakitlerini (son) nefesi yaklaşan biri gibi
harcasınlar.»
«Elbise olarak hayvan derisi yeter.»
«Toprak yığını, çıplak yer üstünde uyusun; her gece iki saatlik uyku da
yeter.»
«Kendinden başka kimseden nefret etmesin, kendinden başka kimseyi
ayıplamasın.»
İbadet ederlerken, gelecek olan mahkemedelermiş gibi bir korku içinde
ayakta dursunlar.»
«Şimdi, Allah'a kulluk için Allah'ın Musa kanalıyla sana verdiği kanuna göre
bunları yap, çünkü bu şekilde Allah'ı bulacak, her zaman ve her yerde sen
Allah'ta, Allah da sendeymiş hissini duyacaksın.»
«İlya'nın küçük kitabı budur ey Ferisîler. Bu nedenle size yine diyorum ki,
eğer siz Ferisîlerseniz benim buraya girmeme sevinmiş olmalısınız, çünkü
Allah günahkârlara merhamet eder.»
146.
Sonra Zakkay dedi: «Rab, Allah sevgisi için tehditle aldığım tüm şeylerin dört
katını vereceğim.»
O zaman îsa dedi: «Bugün kurtuluş bu eve gelmiş bulunuyor. Bakın, bakın
pek çok vergi mültezimleri, fahişeler ve günahkârlar Allah'ın melekûtuna
girecekler ve kendilerini takva sahibi sayanlar sonsuz ateşlere gireceklerdir.»<
Bunu duyan Ferisîler öfkeyle ayrıldılar. O zaman İsa tevbeye gelenlere ve
havarilerine dedi: «Bir adamın iki oğlu vardı, küçük olanı dedi: «Baba bana
düşen malları ver,» Ve babası verdi ve kendi payını alan (oğul) ayrıldı ve
uzak bir ülkeye gitti; orada tüm varlığını lüks içinde yaşayarak fahişelerle
harcayıp bitirdi. Bundan sonra, bu ülkede şiddetli bir kıtlık oldu, o kadar ki,
bu sefil adam bir vatandaşa hizmet etmeye gitti, o da kendisini malları
arasında bulunan domuzların başına verdi. Ve domuzlara bakarken, onlarla
birlikte palamut yiyerek açlığını ne de olsa gideriyordu. Ama kendine geldiği
zaman (şöyle) dedi: «Ah babamın evinde ne bol yiyecekler vardı. Bense
burada açlıktan kırılıyorum! Bu nedenle, kalkıp babama gidecek ve kendisine
diyeceğim: Baba, gökte sana karşı günah işledim; bana hizmetçilerinden
birine davrandığın gibi davran.»
«Zavallı adam gitti ve öyle oldu ki, babası onun uzaklardan geldiğini görüp
kendisine karşı merhamete geldi. Bunun üzerine onu karşılamaya çıktı ve
yanına varıp kendisini kucakladı ve öptü.»
Oğul, baş eğip dedi: «Baba, gökte sana karşı günah işledim, bana
hizmetçilerinden birine davrandığın gibi davran. Çünkü ben, senin oğlun
denecek değerde değilim.»
Baba karşılık verdi: «Oğul, böyle deme, çünkü sen benim oğlumsun ve seni
kölem durumunda görmeye dayanamam.» Ve hizmetçilerini çağırıp dedi:
«Buraya yeni elbiseler getirip bu oğlumu giydirin ve kendisine yeni don
verin. Parmağına yüzüğünü takın ve hemen yağlı danayı kesin, şenlik
yapacağız. Çünkü bu benim oğlum ölmüştü. Şimdi ise yeniden hayata gelmiş
bulunuyor. Kayıptı da şimdi bulundu.»
147.
«Evde şenlik yaparlarken bakın ki, büyük oğul eve geldi. Ve içerde şenlik
yaptıklarını duyup şaşırdı ve hizmetçilerden birini çağırıp niye böyle şenlik
yapmakta olduklarını sordu.»
Hizmetçi ona cevap verdi: «Kardeşin geldi, baban da yağlı danayı kesti,
yiyorlar.» Büyük oğul bunu duyunca çok kızdı ve eve girmedi.
Bunun üzerine, babası dışarı çıkıp kendisine dedi: «Oğul, kardeşin geldi, sen
de gel ve onunla birlikte sevin.»
Oğul kızarak cevap verdi: «Sana hep iyi bir şekilde hizmet ettim; ve sen bana
hiç bir zaman arkadaşlarımla yemek için bir kuzu vermedin. Fakat, seni
terkedip giden ve tüm payına düşeni fahişelerle yiyip bitiren bu değersiz
herife gelince şimdi yağlı danayı kesiyorsun.»
Baba cevap verdi: «Oğul, sen hep benimlesin ve her şey senindir. Ama bu
ölmüştü, şimdi yine hayattadır, kayıptı, şimdi bulunmuştur, bu bakımdan
sevinmeliyiz.»
Büyük oğul daha çok kızdı ve dedi: «Sen git ve neşelen, ben zina edenlerin
sofrasında yemek yemeyeceğim.» Ve tek bir kuruş bile almadan babasını
bırakıp gitti.
«Allah sağ ve diridir ki» dedi Isa, «tevbe eden günahkârlar için Allah'ın
melekleri arasındaki sevinç işte böyledir.»
Ve yemeği yedikleri zaman ayrıldı, çünkü Yahudiye'ye gitmek istiyordu.
Bunun ü zerine havariler dediler: «Muallim, Yahudiye'ye gitme, çünkü
Ferisiler'in başkâhin (ve kâhin) lerle senin aleyhinde görüştüklerini
biliyoruz.»
Isa karşılık verdi: «Ben, onlar bunu yapmadan önce de biliyordum, fakat
korkmuyorum. Çünkü onlar Allah'ın iradesine aykırı hiç bir şey yapamazlar,
bu bakımdan bırakın istedikleri her şeyi yapsınlar; çünku ben onlardan değil,
Allah'tan korkuyorum.»
148. Gerçek Ferisi
«Şimdi söyleyin bana: Bu günün Ferisîleri Ferisi midirler? Allah'ın kulları
mıdır onlar? Hiç de değil. Evet, ve bakın size diyorum ki, burada yeryüzünde
bir insanın melanetlerini örtmek için din mesleği ve kılığına bürünmesinden
daha kötü bir şey yoktur. Şimdikileri bilirsiniz diye eski zamanların
Ferisîlerinden tek bir örnek vereceğim size. İlya'nın, putatapıcıların büyük
zulümleri sonucu ayrılmasından sonra Ferisîler'in kutlu cemaati dağıldı.
Çünkü, daha hemen İlya zamanında, bir yılda gerçek Ferisi olan on binden
fazla peygamber öldürülmüştü.»
«İki Ferisi yerleşmek üzere dağlara gittiler ve birbirlerinden yalnızca bir
saatlik mesafede bulunuyor idiyseler de, biri komşusundan on beş yıl hiç bir
haber alamadı. Bakın ki, bunlar meraklı kişilerdi de! Gel zaman git zaman bu
dağlarda bir kuraklık oldu ve bunun üzerine her ikisi de su aramaya
koyuldular ve birbirlerini buldular. O zaman daha yaşlı olanı dedi (çünkü en
büyüğün herkesten önce konuşması adetleriydi ve genç bir adamın yaşlı
birinden önce konuşmasını büyük bir günah sayarlardı.) Bu bakımdan, yaşlı
olanı dedi: «Nerede oturuyorsun kardeş?»
«Oturduğu yeri parmağıyla işaret ederek cevap verdi: «Şurada oturuyorum.»
Çünkü, genç olanın oturma yerinin yakınındaydılar.»
Yaşlı olanı dedi: «Kardeş ne zamandır burada oturuyorsun?»
Genç olanı cevap verdi: «Onbeş yıldır.»
Yaşlı olanı dedi: «Belki de, Ahab Allah'ın kullarını öldürdüğü zaman geldin?»
«Evet öyle» diye cevap yerdi genç olanı Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, şimdi
îsrail kralı kimdir, bilir misin?»
Genç olanı cevap verdi: «İsrail'in kralı Allah'tır, çünkü putatapıcılar kral
değil, İsrail'in cellâtlarıdır.»
«Doğru» dedi yaşlı olanı. «Ama, ben şimdi israil'in cellâtı kimdir demek
istemiştim.»
Genç olanı cevap verdi: «İsrail'in günahları İsrail'in cellâtlarıdır. Çünkü,
günah işlememiş olsalardı, (Allah) İsrail'e karşı putatapıcı reisleri
ayaklandırmıyacaktı.»
O zaman yaşlı olanı dedi: «Allah'ın İsrail'i cezalandırmak için gönderdiği şu
kâfir reis kimdir?»
Genç olanı cevap verdi: «Şimdi ne bileyim, onbeş yıldır senden başka kimseyi
görmemişim ve okumak da bilmiyorum ki, bana herhangi bir mektup
gönderilmiş olsun.»
Yaşlı olanı dedi: «Ama, koyun derilerin ne kadar da yeni! Madem, hiç bir
kimseyi görmedin de, onları sana kim verdi?»
149.
Genç olanı cevap verdi: «îsrail halkının, üstünü başını çölde kırk yıl
eskitmekten koruyan, benim derilerimi de korudu.»
O zaman yaşlı olanı sezdi ki, genç olan kendinden daha tamdır, çünkü
kendisinin her yıl insanlarla ilişkisi oluyordu. Bu yü zden, sohbetinden
yararlanmak için dedi: «Kardeş, sen okumak bilmezsin, bense bilirim, benim
evimde Davud'un Mezmurlar'ı vardır. O halde, gel ben her gü n sana biraz
okuyayım, ve Davud'un ne dediğini açıklayayım.»
Genç olanı cevap verdi: «Haydi gidelim.» Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, iki gün
oldu ki, su içmiyorum. Bu bakımdan biraz su araştıralım dedi.» Genç olanı
dedi: «Ey kardeş, ben iki aydır su içmiyorum. O halde haydi gidelim de,
Allah'ın peygamberi Davud aracılığıyla ne dediğine bakalım; Rabb bize su
vermeye kadirdir.»
Bunun üzerine dönüp, yaşlı olanın mekânına vardılar. Ve kapıda bir taze su
kaynağı buldular.
Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, sen Allah'ın kutsal bir kulusun; bak Allah bu
kaynağı senin uğruna verdi.»
Genç olanı dedi: «Ey kardeş, alçak gönüllülüğünden diyorsun,bunu. Ama
belli ki, Allah eğer bunu benim uğruma yapmış olsaydı (onu aramak için)
ayrılmayayım diye, benim mekânımın yakınında bir kaynak verirdi. Ben sana
karşı günah işlediğimi itiraf etmeliyim. Sen iki gündür içmediğinden su
aradığını söyleyince, ben iki aydır içeceksiz olduğumdan, sanki senden daha
iyiymişim gibi içimde bir yükseklik duydum.»
O zaman yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, gerçeği söyledin, dolayısıyla günah
işlemiş değilsin.»
Genç olanı dedi: «Ey kardeş, babamız Ilya'nın «Allah'ı arayan yalnızca
kendini ayıplasın.» dediğini unutuyorsun. O, biz bunu bilelim diye değil,
buna uyalım diye yazdı onu mutlaka.»
Daha yaşlı olanı yoldaşının doğruluğunu ve takvasını sezerek dedi: «Doğru;
ve Allah'ımız seni bağışlamıştır.»
Ve bunu deyip, Mezmurlar'i aldı ve babamız Davud'un dediklerini okudu:
«Dilimin, günahıma bahane bulup göz yumarak kötü sözlere dalmaması için
ağzımın üzerine bir gözetleyici yerleştireceğim.» Ve burada yaşlı adam bir
konuşma yaptı ve genç olanı ayrıldı. Bundan sonra, buluşmalarından önce
onbeş yıl daha geçti. Çünkü genç olanı yerini değiştirmişti. İşte böyle, yaşlı
olan onu bulunca dedi: «Ey kardeş, kaldığın yere neden geri (bir daha)
gelmedin?»
Genç olanı cevap verdi: «Çünkü, bana söylediklerini henüz öğrenmiş
değilim.»
O zaman yaşlı olanı dedi: «Onbeş yıl geçmişken nasıl olabilir bu?»
Genç olanı cevap verdi: «Sözlere gelince, onları tek bir saatte öğrendim ve hiç
unutmadım; fakat, henüz onlara uyamadım. Uymayacak olduktan sonra, çok
fazla şey öğrenmenin amacı nedir ki? Allah'ımız zihnimizin değil de, daha
çok kalbimizin iyi olmasını bekler, bu bakımdan, Hüküm Günü'nde bize ne
öğrendiğimizi değil, ne yaptığımızı soracaktır.»
150.
Yaşlı olanı karşılık verdi: «Ey kardeş, böyle deme, çünkü, Allah'ımızın değer
verilmesini istediği ilmi hor görmüş oluyorsun.» Genç olanı cevapladı:
«Şimdi, günaha düşmemek için nasıl söylemeliyim ki, çünkü senin sözün
doğru, benimki de öyle. Öyleyse, diyorum ki, Allah'ın kanununda yazılı olan
emirlerini bilenler, eğer ardından daha çok şey öğreneceklerse, (önce) bunlara
uymalıdırlar. Ve, insan öğrendiği her şeye, bırakın uysun, (yalnızca) onu
bilmekle kalmasın).»
Yaşlı olanı dedi: «Ey kardeş, söyle bana, kiminle konuştun ki, benim
söylediklerimin tümünü öğrenmediğini bilirsin?»
Genç olanı cevap verdi: «Ey kardeş, kendimle konuşurum. Her gün hesabımı
vermek için kendimi Allah'ın mahkemesinin önüne korum. Ve, her zaman
için de günahlarıma göz yuman bir şey duyarım.»
Yaşlı adam dedi: «Ey kardeş, sen tamken, hataların nedir ki?»
Genç olanı cevap verdi: «Ey kardeş, böyle deme, çünkü ben iki büyük hatanın
ortasında duruyorum: Biri, kendimi günahkârların en büyüğü olarak
bilmemem, diğeri ise, başkalarından daha çok (günahıma) pişman olmak
istemememdir.»
Yaşlı olanı karşılık verdi: «Şimdi, sen (insanların) en olmuşu iken, kendini
nasıl günahkârların en büyüğü olarak bilebilirsin?»
Genç olanı cevapladı: «Bir Ferisi'nin alışkanlığını edindiğim zaman,
üstadımın bana söylediği ilk söz şuydu: «Başkalarının iyiliklerine, kendimin
ise kötü lü klerime bakmalıyım. Çünkü böyle yaparsam eğer, kendimi
günahkârların en büyüğü olarak algılayabilirim.»
Yaşlı adam dedi: «Ey kardeş, bu dağlarda kimin iyiliğine, kimin hatalarına
bakarsın, görüyorsun ki, burada hiç kimse yoktur.»
Genç olanı cevap verdi: «Güneşin ve gezegenlerin itaatına bakmalıyım.
Çünkü onlar Yaratıcı'larına benden daha iyi kulluk ediyorlar. Ama, ya
arzuladığım gibi ışık vermediklerinden, ya sıcaklıklarının çok fazla
olduğundan, ya da yerde çok fazla veya çok az yağış olduğundan ben onları
ayıplıyorum.»
O zaman, yaşlı adam bunu duyunca dedi: «Kardeş, sen bu akideyi nereden
öğrendin. Çünkü, ben şimdi doksan yaşmdayım ve yetmiş yıldır bir
Ferisi'yim.»
Genç olanı cevap verdi: «Ey kardeş, sen bunu alçak gönüllülüğünden
söylersin, çünkü sen, Allah'ın kutsal bir (kul) usun. Yine de ben sana cevap
vereyim ki, Yaratıcı'mız Allah zamana bakmaz. Ama kalbe bakar. Bundandır
ki, Davud onbeş yaşında, öbür altı kardeşinden daha genç iken îsrail kralı
seçildi ve Rabbımız Allah'ın bir peygamberi oldu.»
151.
«Bu adam gerçek bir Ferisî'ydi» dedi îsa havarilerine. Ve, inşallah Hüküm
Günü'nde onu arkadaşımız olarak buluruz.»
îsa sonra bir gemiye bindi ve havariler ekmek getirmeyi unuttuklarından
dolayı üzgündüler. îsa kendilerini azarlayıp dedi: «Günümüz Ferisi1 lerinin
mayalarından sakının. Çünkü küçük bir maya bir yığın yemeği bozar.»
O zaman havariler birbirlerine dediler: «Şimdi, ekmeğimiz bile yokken, nasıl
mayamız olsun ki?»
O zaman İsa dedi: «Ey az inancı olan adamlar, Allah'ın, hiç bir ürün işareti
olmayan Nain'de yaptıklarını unuttunuz mu? Ve, beş ekmek ve iki balığı kaç
kişi yemiş ve doymuştu? Allah'a imandan yoksun olan Ferisi'nin mayası ve
ben düşüncesi, yalnızca bugünün Ferisî'lerini bozmakla kalmamış, îsraili'leri
de bozmuştur. Çünkü, okumak bilmeyen basit bir halk, kutsal kişiler olarak
tanıdıklarından Ferisi'lerde gördüğü şeyleri yapar.
«Gerçek Ferisi nedir bilir misiniz? O, insan tabiatının yağıdır. Nasıl ki, yağ
her sıvının üstünde durursa, gerçek Ferisî'nin iyiliği de tüm insanî iyiliklerin
ü stü nde durur. O, Allah'ın dünyaya verdiği yaşayan bir kitaptır; çünkü,
söylediği ve yaptığı her şey Allah'ın kanununa uygundur. Bu bakımdan, kim
onun yaptığını yaparsa. Allah'ın kanununa uymuş olur. Gerçek Ferisi,
günahla insan bedenini çü rütmeyen tuzdur; çünkü, onu gören herkes tevbeye
gelir. Hacıların yolunu aydınlatan bir ışıktır o, çünkü, onun pişmanlığıyla
birlikte yoksulluğunu gören herkes, bu dünyada kalbimizi kapamamamız
gerektiğini idrak eder.
«Ama, yağı ekşiten, kitabı tahrif eden, tuzu çürüten, ışığı söndüren bu insan
sahte bir Ferisî'dir. Bu bakımdan, eğer helak olmayacaksanız, bugünkü
Ferisîlerin yaptıklarını yapmamaya dikkat edin.»
152.
îsa Kudüs'e gelip de, bir sebt günü mabede girdiğinde, askerler onu
kışkırtmak ve alıp (götürmek) için yaklaşıp dediler: «Muallim, savaş açmak
meşru mudur?»
îsa cevap verdi: «İnancımız bize, hayatımızın yeryüzü üzerinde sürekli bir
savaş halinde olduğunu söyler.»
Askerler dediler: «Öyleyse, bizi kendi inancına döndürmek ve bizim yığınla
tanrıyı bırakıp, (çünkü, yalnızca Roma'da görülen yirmi sekiz bin tann vardır)
senin tek olan ve görülemediği için nerede olduğu bilinmeyen, belki de bir
hayal olan Allah'ına uymamızı ister misin?»
İsa cevap verdi: «Eğer sizi Allah'ımızın yarattığı gibi, sizi ben yaratmış
olsaydım, sizi hidayete erdirmek isterdim.»
Karşılık verdiler: «Şimdi, nerede olduğu bilinmediği halde, senin Allah'ın bizi
nasıl yaratmış olabilir? Bize Allah'ını göster, o zaman yahudi olacağız.»
O zaman İsa dedi: «Eğer sizin O'nu görecek gözleriniz olsa, ben size O'nu
gösteririm, fakat kör olduğunuz için, O'nu size gösteremiyorum.»
Askerler karşılık verdiler: «Bu insanların sana verdiği onur mutlaka senin
anlayışını götürmüş olmalı. Çünkü, hepimizin başında iki gözü varken, sen
bizim kör olduğumuzu söylersin.»
İsa cevap verdi: «Bedenî gözler, yalnızca cismi olan ve dıştaki şeyleri
görebilir. Bu bakımdan, siz yalnızca, hiç bir şey yapamayan altından,
gümüşten ve tahtadan tanrılarınızı görebilirsiniz. Ama, biz Yahudiyelilerin
Allah'ımıza karşı korku ve iman şeklinde manevi gözlerimiz vardır, bu
yüzden de, biz Allah'ımızı her yerde görebiliriz.»
Askerler karşılık verdiler: «Konuşmana dikkat et, çünkü, eğer tanrılarımıza
nefret yağdıracak olursan, seni Hirodes'in ellerine veririz, o da her şeye gücü
yeten tanrılarımızın öcünü alır.»
İsa cevap verdi: «Eğer dediğiniz gibi, onların her şeye gücü yetiyorsa, beni
bağışlayın, artık onlara tapacağım.»
Askerler bunu duyunca sevindiler ve putlarını yüceltmeye başladılar. O
zaman îsa dedi: «Burada işlerinize ihtiyaç vardır, sözlerinize değil, madem
öyle, tanrılarınıza bir sineği yarattırın, ve ben onlara tapacağım.»
Askerler bunu duyunca yılıp, diyecek şey bulamadılar, bunun üzerine İsa
dedi: «Asla, onların tek bir sineği (bile) yeniden yaratmadıklarını
gördüğümden, kendileri için, tek bir sözle her şeyi yaratmış olan Allah'ı
bırakmıyacağım, O'nun adı tek başına orduları korkutur.»
Askerler karşılık verdiler: «Şimdi şuna bakalım; çünkü biz seni al (ip götür)
mek istiyoruz.» Ve ellerini Isa'ya karşı uzatmak istediler.»
O zaman îsa dedi: «Adonai Sabaoth!»(Ey Orduların Rabbi!) Bunun üzerine,
bir kişinin, yıkanıp yeniden şarapla doldurulacakları zaman tahta fıçılan
yuvarladığı gibi, askerler de hemen mabedten yuvarlanıp gittiler; o kadar ki,
kendilerine dokunan kimse olmadığı halde, başları ve ayakları yere
çarpıyordu.
Ve, o kadar korktular ve öyle bir şekilde kaçtılar ki, Yahudiye'de bir daha
görü nmediler.
153.
Kâhinler ve Ferisi'Ier kendi aralarında mırıldanıp dediler.- «O'nda Ba'al ve
Eşterot'un bilgeliği var, ve bundan dolayı, şeytan'ın gücüyle yaptı bunu.»
Isa ağzını açtı ve dedi: «Allah'ımız komşumuzun mallarını çalmamamızı
emretti. Fakat, bu tek hüküm öylesine aşıldı ve kötüye kullanıldı ki, dünyayı
günahla doldurdu ve bu (günah) diğer günahların bağışlandığı gibi
bağışlanmıyacaktır; çünkü, başka her günah için insan ağlar ve onu bir daha
işlemez, namaz ve zekâtla birlikte oruç da tutarsa, Kadir ve Rahim olan
Allah'ımız affeder. Fakat, bu günah o türdendir ki, zulmen alınan geri
verilmedikçe, asla bağışlanmayacaktır.»
O zaman, bir yazıcı dedi: «Ey muallim, hırsızlık tüm dünyayı günahla nasıl
doldurmuştur? Şimdi, Allah'ın lûtfuyla, yalnızca bir kaç hırsızın bulunduğu
ortadadır, onlar da kendilerini gösteremezler, çünkü hemen askerler
tarafından asılırlar.»
îsa karşılık verdi.- «Malları bilmeyen (metinden aynen) hırsızları da bilmez,
hem, bakın size diyorum ki, pek çokları ne yaptığını bilmeden çalar, bu
yüzden de, günahları başkalarınınkinden daha büyüktür, çünkü bilinmeyen
hastalık iyileşmez.»
O zaman Ferisîler Isa'ya yaklaşıp dediler: «Ey muallim, İsrail'de gerçeği tek
sen bildiğin için bize öğret.»
İsa karşılık verdi: «israil'de gerçeği tek benim bildiğimi söylemiyorum, çünkü
bu «tek» kelimesi başkalarına değil, yalnızca Allah'a ait. Çünkü, O Hakk'tır,
hakkı (gerçeği) da yalnızca O bilir. Bu bakımdan, eğer ben böyle dersem,
büyük bir hırsız olurum. Çünkü, Allah'ın şanını çalmış olurum. Ve, Allah'ı
tek ben biliyorum demekle de, herkesten daha çok cehaletin içine düşerim. Bu
nedenle siz, tek benim gerçeği bildiğimi söylemekle ağır bir günah işlediniz.
Ve, size diyorum ki, eğer bunu teşvik etmek için dediyseniz, günahınız daha
da büyük olacaktır.»
Sonra İsa, herkesin sustuğunu görünce yeniden dedi: «Her ne kadar ben
İsrail'de gerçeği bilen tek kişi değilsem de, tek ben konuşacağım; bu
bakımdan, madem bana sordunuz, (o halde) bana kulak verin.»
«Yaratılan her şey Yaratıcı'ya aittir, o şekilde ki, hiç bir şey herhangi bir şey
için iddiada bulunamaz. Öyle de, ruh, nefs, beden, zaman, mal ve şan hep
Allah'ın mülkiyetindedir. Eğer bir insan onları Allah'ın istediği biçimde
almazsa, bir hırsız olmuş olur. Ve, aynı şekilde, eğer onları Allah'ın isteğinin
aksine harcarsa, yine bir hırsız olmuş olur. Bu bakımdan diyorum ki size,
ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, siz zamanı «yarın şöyle
yapacağım, şöyle bir şey söyleyeceğim, şöyle bir yere gideceğim» diyerek ele
alırsanız ve «inşallah (Allah izin verirse)» demezseniz, hırsız olursunuz ve
zamanınızın daha iyi bölümünü Allah'ı memnun etmek için değil de,
kendinizi memnun etmek için harcadığınızda daha büyük hırsız olursunuz
ve daha kötü bölümünü Allah'a kulluk için harcadığınızda, o zaman da
kuşkusuz hırsız olursunuz.
«Kim günah işlerse, hangi şekilde olursa olsun bir hırsızdır; çünkü o Allah'a
kulluk etmesi gereken zamanı, ruhu ve kendi hayatını çalıp Allah'ın düşmanı
şeytan'a vermiş olur.»
154.
«Bu bakımdan, onuru, canı ve malı olan insanın malı mülkü çalındığı zaman
hırsız asılacaktır; canı alındığı zaman, katilin başı kesilecektir ve adaletli olan
budur, çünkü Allah böyle buyurmuştur. Ama, bir komşunun onuru alındığı
zaman, neden hırsız çarmıha gerilmez? Mal onurdan, gerçekten daha mı
iyidir? Allah gerçekten, malı alanın cezalandırılacağını, malla birlikte canı
alanın cezalandırılacağını, ama onuru alanın serbest kalacağını mı
buyurmuştur? Hiç de değil, çünkü mırıldanmaları nedeniyle babalarımız va'd
edilen ülkeye girmediler de, yalnızca çocukları (girdi). Ve, bu günah
nedeniyle, yılanlar halkımızdan yetmiş bin kadarını öldürdü.
«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, onuru çalan, bir
insanı malından ve canından edenden daha büyük cezayı hak eder. Ve,
mınldayana kulak veren de aynı şekilde suçludur. Çünkü, biri şeytan'ı diline,
diğeri ise kulaklarına alır.»
Ferisîler bunları duyunca (öfkeden) patlıyorlardı, çünkü konuşmasına karşı
çıkamıyorlardı.
Sonra İsa'nın yanına bir fakih yanaştı ve ona dedi : «Sayın muallim, bana
anlat ki Allah, babalarımıza neden ekin ve meyve bahşetmedi? Düşeceklerini
bildiğinden, mutlaka kendilerine vermeli veya insanlara onu görme eziyetini
çektirmemeliydi.»
İsa cevap verdi: «Adam, sen bana iyi dersin, fakat hata edersin, çünkü
yalnızca Allah iyidir. Ve, Allah'ın neden senin beynine göre iş yapmadığını
sormakla daha çok hata edersin. Yine de sana cevap vereceğim. O halde sana
diyorum ki, Yaratıcımız Allah işinde kendisini bize uydurmaz, bu bakımdan
meşrû olan, yaratılmışın O'nun yöntemini ve uygunluğunu değil de, bunun
yerine, Yaratanın yaratılmışa değil, yaratılmışın Yaratan'a bağlı kalması için
Yaratıcısı Allah'ın şanını araştırmasıdır. Ruhumun huzurunda durduğu Allah
sağ ve diridir ki, eğer Allah insana her şeyi vermiş olsaydı, insan, kendisinin
Allah'ın kulu olduğunu bilmeyecekti; ve böylece de kendini Cennet'in
efendisi sayacaktı. Bu bakımdan, her zaman Azîm ve Sübhan olan Yaratıcı,
Kendine bağlı kalsın diye insanı yemekten men etti.
«Ve, bakın size diyorum ki, kimin gözünde ışık varsa her şeyi açık görür ve
bizzat karanlıktan bile ışık çıkarır; fakat kör böyle yapmaz. Bu nedenle
diyorum ki, eğer insan günah işlememiş olsaydı, ne ben ne de sen Allah'ın
merhametini ve adaletini bilmeyecektik. Ve, eğer Allah, insanı günah işleme
istidadında yaratmamış olsaydı, bu konuda o, Allah'a eşit olacaktı.. Bundan
dolayı, Sübhan Allah insanı iyi ve adaietli yarattı,- ama kendi hayatı,
kurtuluşu ve batışıyla ilgili olarak istediğini yapmakta serbest bıraktı.»
Fakih bunları işitince dondu kaldı ve şaşkınlık içinde ayrılıp gitti.
155.
Sonra, başkahin iki yaşlı kâhini gizlice çağırarak mabedten çıkıp, öğle
namazını kılmak için Süleyman verandasında oturup beklemekte olan îsa'ya
gönderdi. Ve, (İsa'nın) yanında halktan büyük bir kalabalıkla birlikte
havarileri de bulunuyordu.
Kâhinler Isa'ya yaklaşıp dediler: «Muallim, insan ekini ve meyveyi neden
yedi? Allah onu yemesini istedi mi, istemedi mi?» Ve, onlar bunu îsa'yı
yanıltmak için dediler; çünkü, «Allah istedi» dese, «(öyleyse) niçin
yasakladı?» karşılığını verecekler, «Allah istemedi» dese, «o halde, Allah'ın
istediğinin aksini yapabildiğine göre, insan Allah'tan daha büyük bir güce
sahip» diyeceklerdi.
İsa cevap verdi: «Sizin sorunuz, dağın üstünden geçen ve sağ ve solunda
uçurum bulunan bir yol gibi, ama ben ortadan yürüyeceğim.»
Bunu duyunca, kâhinler İsa'nın kalplerini bildiğini sezerek şaşırdılar.
Sonra îsa dedi: «Her insan ihtiyacı olduğundan, her şeyi kendi yararı için
yapar. Ama, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan Allah, kendi hak arzusuna göre
yaptı, Bu bakımdan, insanı yaratırken onu, Allah'ın kendine ihtiyacı
olmadığını bilsin diye hür yarattı. Verbigratîa (=misal olarak), kendi
zenginliğini sergilemek için ve köleleri kendini daha çok sevsin diye,
kölelerine hürriyet veren bir kralın yaptığı gibi.
«O halde, Allah insanı, Yaratıcı'sını çok daha fazla sevsin ve nimetini bilsin
diye hür yarattı. Çünkü, Allah her ne kadar Kadiri Mutlak olup, insana
ihtiyacı yok ve onu kudretiyle de yaratmışsa da, hayır işleyip, şerre karşı
koyabilecek şekilde onu serbest bırakmıştır. Çünkü, her ne kadar Allah'ın
günaha engel olma gü cü var idiyse de, kudret ve nimeti insanda
görüldüğünden, insanda günaha karşı çıkmamak için, yani, insanda Allah'ın
rahmeti ve adaleti yürüsün diye O, kendi nimetiyle çelişmiyecekti (çünkü,
Allah'ta çelişme yoktur). Ve, gerçeği konuştuğuma işaret olarak, sizi
başkâhinin beni aldatmak için gönderdiğini ve bunun da kâhinliğin meyvesi
olduğunu size söylüyorum.»
Yaşlı adamlar ayrılıp gittiler ve her şeyi başkâhine anlattılar, o da dedi: «Bu
herifin sırtında her şeyi kendisine söyleyen cin var; çünkü o İsrail krallığını
arzular, ama Allah bunun da gereğine bakacaktır.»
156.
îsa öğle namazını kılıp da mabedten çıkarken, annesinin rahminden kör
doğan birini gördü. Havarileri kendisine sorup dediler: «Muallim, bu
adamda kimin günahı var, babasının mı, yoksa annesinin mi ki. (böyle) kör
doğmuş?»
îsa cevap verdi: «Ne babasının, ne de annesinin günahı var onda, ama Allah,
İncil'e bir şahit olsun diye onu böyle yarattı.» Ve, kör adamı yanına çağırıp,
yere tükürerek çamur yaptı ve onu kör adamın gözlerine sürdü ve ona dedi:
«Siloam gölüne git ve yıkan!»
Kör adam gitti ve yıkanıp, ışığa kavuştu, ardından, eve dönerken, kendisine
rastlayan pek çokları dediler: «Bu adam körse, kesinlikle derim ki, mabedin
güzel kapısında oturup duran adamdı.» Başkaları dediler; «Odur, fakat ışığa
nasıl kavuştu?» Ve, yanına yaklaşıp dediler: «Sen mabedin güzel kapısında
oturup duran kör adam değil misin?»
Cevap verdi: «Oyum, neden (soruyorsunuz)?» -Dediler: «Öyleyse, görme
gücüne nasıl kavuştun?» Cevap verdi: «Bir adam toprağa tükürerek çamur
yaptı ve bu çamuru gözlerimin üzerine koyup, bana dedi: «Git Siloam
gölünde yıkan.» Gidip yıkandım ve şimdi görüyorum. İsrail'in Allah'ını
tesbih ederim!»
Kör doğmuş olan adam mabedin güzel kapısına yeniden geldiği zaman, tüm
Kudüs meseleyi duymuştu. Bunun üzerine, îsa aleyhinde kâhinler ve
Ferisilerle konuşmakta olan kâhinlerin reisine getirildi.
Başkâhin kendisine sorup, dedi: «Adam, sen doğuştan kör değil miydin?»
«Ya, evet» (diye) cevap verdi.
«Şimdi Allah'ın şanı üzerine», dedi başkâhin «anlat bize, hangi peygamber
sana rüyada göründü de ışık verdi. Babamız İbrahim miydi, yoksa Allah'ın
kulu Musa mı, veya bir başka peygamber miydi? Çünkü, başkaları böyle bir
şeyi yapamaz.»
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: «Ben rüyada ne İbrahim'i, ne Musa'yı, ne
de bir başka peygamberi görüp iyileştirilmedim. Ben mabedin kapısında
otururken bir adam beni yanına getirtti, tükrüğüyle topraktan çamur
yaparak, bu çamurun bir kısmını gözlerime sürdü ve beni yıkanmam için
Siloam gölüne gönderdi; ben de oraya gidip yıkandım ve gözlerimin ışığıyla
geri döndüm.»
Başkâhin kendisine o adamın adını sordu. Kör doğmuş olan adam cevap
verdi: «Bana adını söylemedi, ama onu gören biri beni çağırarak dedi: «Git ve
bu adamın sana söylediği gibi yıkan, çünkü o Nasıralı İsa'dır, Israililerin
Allah'ının bir peygamberi ve kutsal bir (kul)udur.»
O zaman başkâhin dedi: «O seni belki de bugün, yani sebt günü iyileştirdi?»
Kör adam cevap verdi: «Bu gün iyileştirdi beni.»
Başkâhin dedi: «Bakın şimdi, bu herif nasıl da günahkârın biridir,
görü yorsunuz ki sebt gününe riayet etmez!»
Kör adam karşılık verdi: «O bir günahkâr mıdır, değil midir bilmem; ama
şunu bilirim ki, ben kör iken o beni ışığa kavuşturdu.»
Ferisiler buna inanmadılar bu nedenle de başkâhine dediler: «Anne ve
babasını çağırtın, bize gerçeği söyler onlar.» Bunun üzerine kör adamın anne
ve babasını çağırttılar ve onlar gelince başkâhin kendilerine şöyle sordu: «Bu
adam sizin oğlunuz mudur?»
Cevap verdiler: «O bizim oğlumuzun ta kendisidir.»
O zaman başkâhin dedi: «O, kör doğduğunu ve şimdi de gördüğünü
söylüyor; nasıl olmuştur bu iş?»
Kör olarak doğan adamın baba ve annesi cevap verdi: «Evet, o kör doğmuştu,
ama, ışığı nasıl aldığını bilmiyoruz; onun yaşı başı yerindedir, kendisine
sorun, size gerçeği söyler.»
Bunun üzerine onlara yol verildi ve başkâhin yeniden, kör doğmuş olan
adama dedi: «Allah'ın şanı üzerine doğruyu söyle.»
(Kör adamın baba ve annesi konuşmaktan korkmuşlardı; çünkü, Roma
Senatosu'ndan, ölüm acısına çarptırılmak (istemiyen) kimsenin, Yahudiler'in
peygamberi İsa hakkında çekişmemesi için bir ferman çıkmıştı. Bu ferman
valinin de eline ulaşmıştı, bu nedenle, «Onun yaşı başı yerindedir, kendisine
sorun» dediler.)
Sonra, başkâhin kör adama dedi: «Allah'ın şanı üzerine doğruyu söyle, çünkü
biz, senin kendini iyileştirdiğini söylediğin bu adamın bir günahkâr
olduğunu biliyoruz.»
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: «O bir günahkâr mıdır, değil midir
bilmem. Ama şunu bilirim ki, ben görmüyordum, o beni ışığa kavuşturdu.
Dünyanın başlangıcından bu saate kadar, kesinkes, kör doğup da ışığa
kavuşturulan kimse olmamıştır. Ve Allah günahkârlara kulak asmaz.»
Ferisiler dediler: «Seni ışığa kavuştururken ne yaptı?»
O zaman kör doğmuş olan bunların inançsızlığına şaştı kaldı ve dedi:
«Söyledim ya, neden bir daha soruyorsunuz bana? Siz de O'nun şakirtleri
olmaz mısınız?»
O zaman, başkâhin kendisine küfredip dedi: «Sen zaten günah içinde
doğmuşsun, öyleyken bize öğretmeye mi kalkıyorsun? Defol ve böyle bir
adamın sen şakirdi ol! Çünkü, biz Musa'nın şakirtleriyiz ve biliyoruz ki, Allah
Musa ile konuşmuştur; bu adama gelince, onun neci olduğunu bilmiyoruz.»
Ve, onu havra ve mabedten atıp, Israililer arasındaki temizlerle birlikte ibadet
etmesini yasakladılar.
157.-158.
Kör doğmuş olan adam gidip îsa'yı buldu. O da kendisini şöyle teselli etti:
«Hiç bir zaman şimdiki kadar kutsanmamıştın, çünkü, peygamberi ve
babamız Davud kanalıyla dünyanın dostlarına karşı, «Onlar lanetlerler, ben
kutsarım» diyen Allah'ımız tarafından kutsandın; ve O, peygamber Mika
aracılığıyla da dedi : «Ben sizin kutsamanızı lanetlerim. Çünkü, Allah'ın
dilemesinin dünyanın dilemesine zıt olduğu kadar yer göğe, su ateşe, ışık
karanlığa, soğuk sıcağa veya sevgi nefrete zıt değildir.»
Havariler ardından kendisine şöyle sordular: «Rab,sözlerin pek güzel; bu
nedenle anlam (ların) ı bize söyle, çünkü henüz anlamış değiliz.»
îsa cevap verdi: «Dünyayı tanıdığınız zaman göreceksiniz ki, ben gerçeği
konuştum ve böylece her peygamberdeki gerçeği de tanıyacaksınız.»
«O halde bilin ki, tek bir adda birleşmiş üç türlü dünya vardır: Biri, su, hava
ve ateşle birlikte gökleri ve yeri ve insanın altında olan tüm şeyleri temsil
eder. Şimdi, bu dünya her şeyiyle, Allah'ın peygamberi Davud'un, «Allah
onlar için çiğnemedikleri bir kural koymuştur» dediği gibi, Allah'ın iradesine
uyar.»
İkincisi, nasıl «bunlardan birinin evi» -duvarları değil de, aileyi temsil
ediyorsa, bunun gibi tüm insanları temsil eder, şimdi bu dünya yine Allah'ı
sever; çünkü fıtratları gereği Allah'ı özlerler. O kadar ki, fıtrata göre herkes,
Allah'ı aramada yanılgıya düşse de, Allah'ı özler. Ve, biliyor musunuz, hepsi
Allah'ı neden özler? Çünkü, onlar, herkes hiç bir kötülüğü olmayan sonsuz
bir iyiliğin özlemini duyar, bu ise yalnızca Allah'tır. Bu bakımdan, Rahman
olan Allah, bu dünyaya kurtuluşu için peygamberlerini göndermiştir.
«Üçüncü dünya, insanların, dünyanın yaratıcısı Allah'a aykırı bir kanuna
dönüşmüş olan günaha batmış durumudur. Bu, insanı Allah'ın düşmanları
olan cinlere benzetir. Ve, Allah'ımız bu dünyadan öylesine şiddetle nefret
eder ki, eğer peygamberler bu dünyayı sevmiş olsalardı, ne düşünürsünüz?
mutlaka Allah kendilerinden peygamberliklerini alırdı. Ve nasıl söyliyeyim ki
ben? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın Elçisi
dünyaya gelince eğer bu şerli dünyaya karşı bir sevgi duyacak olsa, mutlaka
Allah ondan, kendisini yarattığı zaman vermiş olduğu tüm şeyleri alır ve,
onu ebediyyen cezalandırır; Allah bu dünyaya işte bu derecede zıttır.»
159.
Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sözlerin öylesine güzel, bu
bakımdan bize merhamet et, çünkü onları anlamıyoruz.»
îsa dedi: «Sanır mısınız ki, Allah Elçisi'ni kendisini Allah'la eşit tutmak
isteyecek bir rakip olarak yaratmıştır? Kesinlikle hayır, aksine, efendisinin
istemediğini istemeyecek olan itaatkâr kölesi olarak (yaratmıştır.) Siz bunu
anlayamazsınız, çünkü neyin günah olduğunu bilmiyorsunuz. Bu nedenle,
sözlerime kulak yerin. Bakın, dikkat edin, diyorum ki size, gü nah insanda
Allah'a aykırı bir şey olmadıkça ortaya çıkmaz; çünkü, yalnızca Allah'ın
dilemediği şey günahtır; o kadar ki, Allah'ın dilediği her şey günaha
yabancıların yabancısıdır. Bu durumda, eğer Ferisîlerle bizim
başkâhinlerimiz ve kâhinlerimiz, İsrail halkı bana Allah dediği için bana
işkence etseler, Allah'ı razı eden bir şey yapmış olurlar ve Allah da
kendilerini ödüllendirir. Fakat, benim gerçeği, gelenekleriyle Allah'ın
peygamberleri ve dostları olan Musa ve Davud'un kitaplarını tahrif ettiklerini
söylememi istemiyerek, tersi bir nedenle bana işkence ettiklerinden ve bu
yüzden benden nefret edip, ölümümü arzuladıklarından, işte bundan dolayı
Allah kendilerini tiksinti ve nefretle kabul eder.
«Söyleyin bana, Musa insan öldürdü , Ahab da insan öldürdü , bu, her iki
durumda da katl(öldürme) değil midir? Kesinlikle değil; çünkü Musa,
putatapıcılığı yok etmek ve Hakk olan Allah'a ibadet etmeyi koruyup
sürdürmek için insan öldürdü; ama Ahab ise, insanları Hakk olan Allah'a
ibadeti yok etmek ve putatapıcılığı koruyup sürdürmek için öldürdü, bu
nedenle, Musa için insan öldürmek kurbana dönüşürken, Ahab için (dine
karşı) saygısızlığa dönüştü; o kadar ki, bir ve aynı iş bu iki zıt etkiyi ortaya
çıkardı.»
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer şeytan meleklerle
onların Allah'ı nasıl sevdiklerini görmek için konuşmuş olsaydı, Allah'ın
reddine uğramıyacakti; ama, onları Allah'tan yüz çevirtmenin yollarını aradı,
bu yüzden de ebedi azaptadır.»
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «O halde, îsrail krallarının
kitabında yazılı olduğu gibi, Allah'ın yalancı peygamberlerin ağzıyla
söylenmesini takdir buyurduğu yalanla ilgili olarak, peygamber Mikaya'da
söylenen şey nasıl anlaşılmalıdır?»
îsa karşılık verdi: «Ey Barnabas, olanları kısaca anlat ki, gerçeği açıkça
görelim.»
160.
O zaman, yazan dedi: «Peygamber Danyal, îsrail krallarının ve tiranlarının
tarihini anlatırken şöyle yazar: «îsrail kralı, Ammoniler olan Belial oğullarına
(yani, fasık/facirlere) karşı savaşmak için Yahuda kralıyla birleşti. Şimdi,
Yehuda kralı Yehoşafat ve İsrail kralı Ahab ikisi birlikte Samiriyede bir tahtta
otururlarken, önlerine dört yüz yalancı peygamber gelip, îsrail kralına
dediler: «Ammonîlere karşı çık, çünkü Allah onları senin ellerine verecek. Ve
sen Ammon'u parçalayacaksın.»
O zaman Yehoşafat dedi: «Burada babalarımızın Allah'ının herhangi bir
peygamberi var mıdır?»
Ahab cevap verdi: «Yalnızca bir tane var, o da şerlidir, çünkü benimle ilgili
olarak her zaman şer haber verir durur; ve ben de onu hapiste tutuyorum.»
Böyle, yani «yalnızca bir tane var», çünkü Ahab'ın fermanıyla o kadar çok
peygamber öldürülmüştü ki, peygamberler sizin de dediğiniz gibi ey
muallim» insanların bulunmadığı dağ tepelerine kaçmışlardı.»
O zaman Yehoşafat dedi: «Onu buraya çağırt bakalım, ne der.».
Bunun üzerine Ahab Mikaya'nın oraya çağırılmasını emretti. O da ayağında
bukağılarla ve hayatla ölüm arasında bulunan bir insan gibi, şaşırmış bir
yüzle geldi.
Ahab kendisine sorup dedi: «Allah adına konuş Mikaya, biz Ammoniler'e
karşı çıkacak mıyız? Allah, onların şehirlerini bizim ellerimize verecek mi?»
Mikaya cevap verdi: «Çık, çık, çünkü başarılı bir gekilde çıkacak ve yine daha
başarılı bir şekilde ineceksin!»
O zaman, yalancı peygamberler Mikaya'yı Allah'ın gerçek bir peygamberi
olarak övüp, ayaklarındaki bukağıları kırıp çıkardılar.
«Allah'ımızdan korkan ve hiçbir zaman putlar önünde diz çökmemiş olan
Yehoşafat Mikaya'ya sorup, dedi: «Bu savaş işini nasıl görüyorsun,
babalarımızın Allah'ı aşkına doğruyu konuş.»
Mikaya cevap verdi: «Ey Yehoşafat, senin yüzün için korkuyorum. Bu
nedenle diyorum ki sana, îsrail kavmini çobansız koyun gibi görüyorum.»
O zaman Ahab gülümseyerek, Yehoşafat'a dedi: «Sana bu herifin yalnızca
şerri haber verdiğini söylemiştim de, sen inanmamıştın.»
Sonra ikisi de dediler: «Şimdi, bunu nerden bilirsin ey Mikaya?»
Mikaya cevap verdi: «Herhalde Allah'ın huzurunda bir melekler heyeti
toplandı ve ben Allah'ın şöyle gediğini işittim: «Ahab'ı Ammon'a karşı çıkıp,
öldürülmesi için kim kandıracak?» Bunun üzerine, biri bir şey dedi, öbürü bir
başka şey dedi. Sonra, bir melek gelip dedi: «Rabb, ben Ahab'a karşı
savaşacak ve yalancı peygamberlere gidip, yalanı onların diline koyacağım ve
böylece o da karşı çıkıp, öldürülecek.» Ve Allah bunu duyunca dedi: «Şimdi
git ve öyle yap, çünkü sen başaracaksın.»
O zaman yalancı peygamberler kızdı ve reisleri Mikaya'nın yanağına tokat
atıp, dedi: «Ey Allah'ın fasığı, gerçeğin meleği ne zaman bizi bıraktı da sana
geldi. Söyle bize, yalanı getiren melek bize ne zaman geldi?»
Mikaya cevap verdi: «Kralınızı aldattığınız için, öldürülmek korkusuyla
evden eve kaçtığınız zaman öğreneceksiniz.»
O zaman Ahab gazaba gelip dedi: «Mikaya'yı yakalayın, ayaklarındaki
bukağıları yanağına vurun ve ben dönünceye kadar kendisine arpa ekmeği
ve su verin, çünkü şu anda, ona nasıl bir ölüm biçeceğimi bilmiyorum.»
Sonra gittiler ve her şey Mikaya'nın dediği gibi oldu. Çünkü, Ammoniler'in
kralı kullarına dedi: «Bakın, ne Yehuda kralına, ne de israil reislerine karşı
savaşıyorsunuz, ama, düşmanım olan İsrail kralı Ahab'ı öldürün.»
O zaman îsa dedi: «Burada kal Barnabas çünkü amacımız açısından bu kadarı
yeterli.»
«Hepsini işittiniz mi?» dedi îsa.
Havariler cevap verdiler: «Evet Rab.»
Bunun üzerine îsa dedi: «Yalan söylemek bir günahtır,-ama katl(öldü rmek)
daha büyük bir günahtır; çünkü, yalan, söyleyene ait bir günahken, katl,
işleyene ait ise de, Allah'ın burada, yeryüzündeki en kıymetli şeyini, yani
insanı da yok eder. Ve, yalan söylemeye, söylenen şeyin aksini söylemekle
çare bulunabilir; halbuki katlin çaresi yoktur. Çünkü, ölüye yeniden hayat
vermek mümkün değildir. O halde söyleyin bana, Allah'ın kulu Musa
öldürdüklerinin hepsini öldürmekle günah mı işledi?»
Havariler cevap verdiler: «Haşa, haşa ki, Musa kendisine emreden Allah'a
itaat etmekle günah işlemiş olsun!»
O zaman İsa dedi: «Ben de diyorum, haşa ki, Ahab'ın yalancı peygamberlerini
yalanla kandıran şu melek, günah işlemiş olsun; çünkü, Allah nasıl insanların
boğazlanışını kurban diye kabul etmişse, bu yalanı överek kabul etmiştir.
Bakın, bakın, diyorum ki size, nasıl, ayakkabılarını bir devin ölçüsüne göre
yaptıran çocuk hata ederse, aynen öyle de, insanın kendisi kanuna tabi iken
Allah'ı kanuna tabi kılan da hata eder. Bu bakımdan, yalnızca Allah'ın
dilemediği şeyin günah olduğuna inandığınız zaman, size söylediğim gibi,
doğruyu bulmuş olacaksınız. Bu nedenle, çünkü Allah bileşik değildir ve
değişemez, öyleyse aynı zamanda farklı şey dileyemez ve dilemez; çünkü,
böyle olsaydı, kendinde çelişki ve neticede dert barındıracaktı ve sonsuz
derecede Kudsi ve Sübhan olmayacaktı.»
Filipus karşılık verdi: «Öyleyse, peygamber Amos'un şu sözü nasıl
anlaşılmalıdır? Şehirde Allah'ın yapmadığından başka kötülük yoktur.»
İsa cevap verdi: «Şimdi bak buraya Filipus, Ferisiler'in yaptığı gibi harflerde
çakılıp kalmanın tehlikesi ne kadar büyüktür; onlar, kendileri için, «seçilenler
de Allah'ın takdirini» icat ettiler, öyle ki, gerçekte, Allah'ın haksız, kandırıcı,
yalancı ve (üzerlerine gelecek) hükümden nefret edici olduğunu demeye
getiriyorlar.»
Bu bakımdan diyorum ki, burada Allah'ın peygamberi Amos, dünyanın
kötülük dediği kötülükten söz etmektedir; çünkü, eğer müttakilerin dilini
kullanmış olsaydı, dünyadakiler tarafından anlaşılmayacaktı. Çünkü, bütün
dertler iyidir; ister yaptığımız kötülükleri temizledikleri için olsun, ister bizi
kötülük yapmaktan alıkoydukları için iyi olmuş olsun, isterse ebedî hayatı
sevip, özleyelim diye, insana bu hayatın durumunu öğrettikleri için, iyi
olmuş olsun. îşte, eğer Amos, «Allah'ın yaptığından başka şehirde hiç bir
iyilik yoktur» demiş olsaydı, zenginlik içinde yaşayan günahkârlara ve
kendilerini belâ içinde gören dertlilere ümitsizlik için fırsat tanımış olacaktı.
Ve daha kötüsü, şeytan'ın insan üzerinde böyle bir egemenliği olduğuna
inanan pek çokları, dert çekmemek için şeytan'dan korkacaklar ve ona kulluk
edeceklerdi. Bu nedenle Amos, başkâhinin huzurunda konuşurken onun
sözlerine bakmayıp, îbranî dilini konuşmayı bilmeyen Yahudi'nin iş ve
dileğini dikkate alan Romalı tercümanın yaptığını yapmıştır.
161.-162.
Eğer Amos, «Şehirde Allah'ın yaptığından başka iyilik yoktur» demiş olsaydı,
ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, ağır bir hata işlemiş
olacaktı; çünkü, dünya kendini beğenme yoluyla işlenen kötülük ve
günahların dışında hiç bir iyilik barındırmaz. Böyle olunca da, insanlar
kendinden yerin titrediği (böyle bir sözü) duymakla, «Allah'ın yapmadığı»
herhangi bir günah ve kötülük olmadığına inanarak daha çok kötülük
işleyeceklerdi.» Ve îsa bunu demişti ki, hemen büyük bir deprem oldu. O
kadar ki, herkes ölü gibi yere düştü. Isa onları kaldırıp, dedi: «Şimdi, benim
size doğruyu söyleyip söylemediğimi görün işte. O halde, Amos'un,
dünyadakilerle konuşurken «Allah şehirde kötülük yapmıştır» derken,
sadece günahkârların kötülük dediği dert ve belâlardan söz ettiği
(konusunda) bu kadarı yetsin.»
Şimdi, bilmek istediğiniz takdire gelelim ve size bundan inşallah yarın öte
tarafta, Erden kıyısında söz edeceğim.