103.
«Günahkârın ağlaması, bir babanın ölmek üzere bulunan oğluna ağlaması
gibi olmalıdır. Ah (şu) insanın deliliği (ah), kendinden ruh(u) ayrılan bedene
ağlar da, günah nedeniyle Allah'ın merhametinden ayrılan ruha ağlamaz.
«Söyleyin bana, denizci, gemisi fırtınaya tutulup parçalandığı zaman yitirdiği
şeyleri ağlamakla geri getirebilecek olsa ne yapar? Belli ki, (oturup) acı acı
ağlar.. Ama, size diyorum ki size, insan ağladığı her şeyde günaha girer de,
yalnızca günahına ağladığı zaman (girmez). Çünkü, insana gelen her belâ
kurtuluşu için Allah'tan gelir ki, (daha) buna sevinmesi gerekir. Fakat, günah,
insanın helaki için şeytan'dan gelir de, insan buna ü zü lmez. Mutlaka buradan
fark ediyorsunuz ki, insan kayıp peşindedir, kâr değil.»
Bartalemus dedi: «Rab, kalbi ağlamaya yabancı olduğu için ağlayamayan
kimse ne yapsın?»
İsa cevap verdi: «Gözyaşı dökenlerin hepsi ağlamıyor, ey Bartalemus. Allah
sağ ve diridir ki, gözlerinden hiç yaş düşmeyen, (ama yine de) göz yaşı döken
bin kişiden daha çok ağlayan insanlar bulunur. Bir günahkârın ağlaması,
üzüntünün ağırlığı nedeniyle dünyevî sevginin tüketilmesidir. O kadar ki,
nasıl güneş ışığı en üste konanı bozulup çürümekten korursa, aynen öyle de,
bu tükeniş ruhu günahtan korur. Eğer Allah, gerçekten tevbe edene denizin
suları kadar göz yaşı verecek olsa, o, çok daha fazlasını arzular; ve böylece bu
arzu, yanan bir ocağın bir damla suyu tükettiği gibi, seve seve dökeceği bu
küçücük damlayı da tüketir. Fakat, hemen hıçkırıklarını koyuverenler, yükü
azaldıkça daha hızlı giden at gibidirler.»
104.
«Mutlaka, hem içte sevgisi, dışta göz yaşı olan insanlar da vardır. Fakat, bu
şekilde o, bir Yeremya gibi olacaktır. Allah, ağlamada göz yaşından çok
ü zü ntü ye bakar.»
O zaman Yuhanna dedi: «Ey muallim, insan günahtan başka şeyler üzerine
ağlamakla nasıl kaybeder?»
îsa cevap verdi; «Eğer, Hirodes sana tutman için bir gömlek verse ve
ardından onu senden çekip alsa, bu senin için bir ağlama nedeni olur mu?»
«Hayır» dedi Yuhanna» O zaman, îsa dedi: «Şimdi, insan hiçbir şey
yitirmediği zaman, ağlamasına neden yoktur, yitirdiği zaman da yoktur;
çünkü, herşey Allah'ın elinden gelir. Öyleyse, Allah'ın istediği zaman
eîindekini çıkarma kudreti olmasın mı, ey aptal adam? Madem senin olan
senin, günah kendinin, öyleyse sen bunun için ağlayacaksın, bir başka şey
için değil.»
Matta dedi: «Ey muallim, tüm Yahudiye önünde Allah'ın insana hiç
benzemediğini itiraf ettin, şimdi de, insanın (herşeyi) Allah'ın elinden aldığını
söylüyorsun; o halde, Allah'ın eli olduğuna göre, insana benzeyen bir yanı
var (demektir).»
îsa cevap verdi «Yanılgı içindesin ey Matta, ve kelimelerin anlamını
bilmeyen pek çokları da bu şekilde yanılmışlardır. însan, kelimelerin dış
(biçim) ini değil, insan konuşmasını bizimle Allah arasında bir yorumcuymuş
gibi görerek, anlamı göz önüne almalıdır. Bilmez misiniz ki, Allah
babalarımıza Sina dağında konuşmak dilediği zaman, babalarımız, «Bize sen
konuş ey Musa, Allah bize konuşmasın, yoksa ölürüz» diye haykırmışlardı?
Ve, Allah İşaya peygamber aracılığıyla ne dedi (bilmez misiniz) ki, gök
yerden ne kadar uzaksa, Allah'ın yol ve yöntemleri insanların yol ve
yönteminden o kadar uzaktır.»
105.
«Allah Öylesine ölçü mlenemezdir ki, O'nu anlatmaktan titriyorum. Ama,
sizin için bir girişimde bulunmam gerekiyor. Size diyorum ki, gökler dokuz
(tanedir) ve birbirlerine olan uzaklığı, birinci göğün yerle olan uzaklığı
kadardır. Bu da yerden beşyüz yıllık bir yolculuk uzaklığındadır. Bu
bakımdan, yer en yüksek gökten dörtbinbeşyüz yıllık bir yolculuk
uzaklığında (olmakta) dır. Size diyorum ki, yine (yer) birince göğe oranla bir
iğnenin ucu gibidir. Birinci gök aynı şekilde İkinciye oranla bir nokta gibidir
ve bunun gibi tü m gökler bir sonrakinden daha kü çü ktü r Fakat tüm göklerle
birlikte yerin tüm büyüklüğü, Cennet'e oranla bir nokta gibidir, olmadı, bir
kum taneciği gibidir. Bu büyüklük ölçülemez değil midir?»
Havariler cevap verdiler: «Evet, mutlaka.»
O zaman, îsa dedi: «Ruhumun huzurunda durduğu Alah sağ ve diridir ki,
Allah'ın (Arşı?) önünde Kâinat bir kum taneciği kadar küçüktür. Ve Allah('ın
Arşı?) Kâinat'tan, tüm gökleri, Cennet'i ve daha başka şeyleri doldurmak için
gidecek kum taneleri sayısınca büyüktür. Şimdi, bakın bakalım; Allah,
yeryüzü üzerinde küçük bir çamur parçası olan insanla herhangi bir şekilde
oranlanabilir mi? öyleyse, dikkat edin de eğer ebedî hayatı elde etmek
istiyorsanız, çıplak kelimelere değil, anlama bakın.»
Havariler karşılık verdiler: «Yalnızca Allah bilebilir kendini ve (durum)
gerçekte İşaya peygamberin dediği gibidir: «O, insan duyularından gizlidir.»
İsa cevap verdi: «Evet, böylesi doğrudur; bu bakımdan, Cennet'te
olduğumuzda, burada kişinin bir damla tuzlu sudan denizi tanıdığı gibi, biz
de Allah'ı tanıyacağız.»
«Dersime dönecek olursam, size diyorum ki, insan yalnızca günahı için
ağlamalıdır. Çünkü, günah işlemekle insan Yaratıcı'sını bir yana iter. Ya,
eğlencelere ve ziyafetlere gidip duran insan nasıl ağlayacaktır? Bu ateş
çıkaracakmış gibi ağlayacaktır o! Eğer nefisleriniz üzerinde hakimiyetiniz
varsa, ziyafetleri oruca çevirmelisiniz. Çünkü böyle bir hakimiyete sahiptir
Allah'ımız.»
Teddeus dedi: «Öyleyse madem, Allah'ın üzerinde hakimiyeti bulunan nefsi
vardır.» îsa cevap verdi: «Yine mi geriye dönüp, «Allah'ın bunu vardır»,
«Allah böyledir» gibi (sözler) söylemek? Deyin bana, insanın nefsi var
mıdır?»
«Evet» (diye) cevap verdi havariler.
îsa dedi: «Bir insan bulunabilir mi ki, içinde hayat olsun da nefsi çalışmasın?»
«Hayır» dedi havariler.
«Siz kendinizi aldatıyorsunuz» dedi İsa, «çünkü, kör, sağır, dilsiz ve kötürüm
insan için nefis nerdedir? Ya, bir insan bayıldığı zaman?»
O zaman havariler şaşırdılar; îsa yine dedi: «İnsanı meydana getiren üç şey
vardır; her biri kendi başına ayrı üç şey: Ruh, nefis ve ceset. Allah'ımız ruhu
ve bedeni duyduğunuz gibi yaratmıştır, ama nefsi nasıl yarattığını henüz
işitmediniz. Bu bakımdan, yarın inşallah size hepsini anlatacağım.»
Ve, îsa böyle deyip Allah'a şükretti ve halkımızın kurtuluşu için dua etti,
hepimiz de «Amin» dedik.
106.
Sabah namazını bitirince İsa bir palmiye ağacının altına oturdu ve havarileri
orada kendisine yaklaştılar. O zaman îsa dedi: «Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, hayatımız konusunda pek çokları aldanıyor.
Ruh ve nefis birbirine öylesine bitişiktir ki, insanların büyük bölümü ruh ve
nefsi bir ve aynı şey olarak görür ve onu özde değil de, yaptığı işe göre
kısımlara ayırıp, duygusal, bitkisel ve zihinsel ruh diye adlar takar. Ama
bakınn, size diyorum ki, ruh birdir, düşünür ve yaşar. Ey aptallar, hayat
olmadan zihinsel ruhu nereden bulacaklar? Emin olun ki, hiç
(bulamayacaklar) ama, duyular olmadan hayat, nefis kendisini terkettiği
zaman bayılanda görüldüğü gibi hemen bulunabilir.»
Teddeus karşılık verdi: «Ey muallim, nefis hayatı terk ettiği zaman insanın
hayatı olmaz.»
İsa cevap verdi: «Bu doğru değil, çünkü insan, ruh ayrıldığı zaman hayattan
yoksun olur; çünkü ruh, mucize dışında bir daha bedene dönmez, fakat nefis
duyduğu korku nedeniyle veya ruhun duyduğu üzüntü nedeniyle ayrılır.
Çünkü, nefsi Allah zevk için yaratmıştır; ve nasıl beden yemekle yaşıyor ve
ruh da bilgi ve aşkla yaşıyorsa, o da yalnızca bununla (zevkle) yaşar. Bu nefis
şimdi, günah nedeniyle Cennet'in zevkinden yoksun bırakılmasının
kızgınlığıyla ruha karşı isyan halindedir. Bu bakımdan, onun bedenî zevk
(ler) -le yaşamasını istemeyen için, onu manevî zevk (ler) le beslemeye çok
büyük ihtiyaç vardır. Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, onu yaratan
Allah, onu cehenneme ve acımasız kar (lar) a ve buz (lar) a mahkûm etti;
çünkü, o kendisinin Allah olduğunu söyledi; fakat, Allah onu, yiyeceğini alıp
da besininden yoksun bırakınca, Allah'ın bir kölesi ve O'nun ellerinin işi
olduğunu itiraf etti Ve, şimdi söyleyin bana, nefis dinsizlerde nasıl çalışır?
Emin olun ki, onlarda Allah gibidir o, Allah'ın kanununu bırakarak nefsin
peşinden gittiklerini görüyorsunuz. Bu bakımdan, onlar iğrençleşirler ve
hiçbir salih amelde bulunmazlar.»
107.
«Ve, günaha üzülmenin peşinden gelen ilk şey oruç tutmaktır. Belli bir
yemeğin kendisini hasta ettiğini gören, ölmekten korkarak, yediğine
üzüldükten sonra, hastalanmamak için bu yemeği bırakır. Günahkâr da böyle
yapmalıdır. Zevkin kendisini, dünyanın bu iyi şeylerinde nefse uyarak
yaratıcısı Allah'a karşı günaha sürüklediğini görür, bırakın böyle yaptığına
üzülsün, çünkü, bu kendisini Allah'tan, hayatından yoksun bırakmakta ve
sonsuz Cehennem ölümü vermektedir. Ama, insan yaşarken dünyanın bu
güzel şeylerine ihtiyaç duyduğundan, burada oruç gereklidir. Öyleyse,
bırakın da nefsi kırsın ve Rabb'ı olan Allah'ı bilsin. Ve, nefsin oruçtan nefret
ettiğini görünce de, bırakın, sonsuz üzüntüden başka hiçbir zevkin olmadığı
Cehennem'in durumunu koysun önüne; bir tek zerresi tüm dünyanın
zevklerinden daha büyük olan Cennet'in zevklerini koysun önüne. Bu şekilde
kolaylıkla durgunlaşacaktır o; çünkü, çoğu elde etmek için azla yetinmek,
azın içinde tepinip, bütünden yoksun kalmaktan ve azap içinde kalmaktan
daha iyidir.
«İyi oruç tutmak için zengin ağırlayıcıyı hatırlamanız gerek. Çünkü, burada
yeryü zü nde her gü nü zevk sefa içinde geçirmek isteyen, tek bir damla sudan
ebediyyen yoksun kaldı; öte yandan, burada, yeryüzünde kırıntılarla yetinen
Lazarus Cennet'in dopdolu nimetleri içinde ebediyyen yaşayacaktır. Ama,
pişman olan tedbirli olsun; çünkü şeytan her iyi işi, daha çok, başkalarından
da öte, kendisine karşı inançlı bir köleden asî bir düşmana dönüştüğü için
pişman olanın (iyi işlerini) yok etmenin yollarını arar. Bu bakımdan, şeytan,
hastalık bahanesiyle ne olursa olsun ona oruç tutturmamaya çalışacak ve
bundan bir yarar sağlayamadığı zaman da, hasta düşüp, ardından zevk sefa
içinde yaşaması için onu aşırı derecede oruç tutmaya çağıracaktır. Ve, bunda
da başarılı olamazsa, hiç yemek yemeyen, fakat daima günah işleyen
kendisine benzemesi için, orucunu yalnızca bedensel yemeğe
dayandırtmanın çaresini arayacaktır.»
«Allah sağ ve diridir ki, oruç tutmayanları hakir görüp, kendini onlardan
daha üstün tutarak bedeni yemekten yoksun bırakmak ve ruhu gururla
doldurmak iğrenç bir şeydir. Söyleyin bana, hasta olan adam, doktorun
kendisine verdiği perhizden dolayı böbürlenip, perhizsiz olanlara deli mi
diyecektir? Kesinlikle hayır. Aksine, kendisine, perhiz verilmesini gerektiren
hastalıktan dolayı üzülecektir. Böyle de, size diyorum ki, pişman olan
orucundan dolayı övünmemeli ve oruç tutmayanları hakir görmemelidir;
bunun yerine, oruç tutmasına neden olan günahı için üzülmelidir. Pişman
olup oruç tutan, lezzetli yemekler de yememelidir, kaba yemeklerle
yetinmelidir. Şimdi, bir insan ısıran köpeğe ve tepen ata lezzetli yemek verir
mi? Hayır, kesinlikle, ama tam tersini yapar. Ve, oruçla ilgili olarak bu
(kadar) size yetsin.»
108.
«Bakın, (şimdi de) uyanık olmakla ilgili size söyleyeceklerime kulak verin.
Nasıl, vücudun uyuması ve ruhun uyuması diye iki tür uyuma varsa, böyle
de, uyanık olmakta, vücut uyurken ruhun uyumamasına dikkat etmelisiniz.
Çünkü, bu en ağır bir hatadır. Deyin bana, benzetme olsun diye (söylüyorum)
: Yürürken kendini kayaya çarpan ve ayağını kayaya vurmamak için
kaçındıkça başını vuran bir adam var. Nedir böylesi bir adamın durumu?»
«Zavallı» diye cevap verdi havariler, «çünkü, böyle bir adam kendinde
değildir.»
O zaman, Isa dedi: «îyi cevap verdiniz, çünkü, bakın size diyorum ki,
vücuduyla uyanık olup, ruhuyla uyuyan kendinde değildir. Manevî
kötürümlük maddî olandan daha çok ağırsa, iyileşmesi de daha zor olur. Bu
bakımdan, böylesi bir zavallı, yaşamanın başı olan ruhuyla uyuma
bedbahtlığının farkına varmayıp da, yaşamanın ayağı olan vücuduyla
uyumadığı için övünecek midir? Ruhun uyuması, Allah'ı ve korkunç
hükmünü unutmaktır. Öyleyse, uyanık olan ruh, her yerde ve her şeyde
Allah'ı duyan ve daima her an Allah'tan rahmet ve bereket gördüğünü
bilerek, her şeyde her şey kanalıyla ve her şeyin üstünde O'nun celal ve
azametine şükür eden (ruh) tur. Bu bakımdan, O'nun celal ve azametinden
korkan ruhun kulağında ~şu melekî söz yankılanır durur: «Yaratıklar, hükme
gelin, çünkü Yaratıcı'nız sizi yargılamak diliyor.» Çünkü, o hep Allah'a
kulluk eder durur. Söyleyin bana, daha fazlasını, bir yıldızın ışığıyla veya
güneşin ışığıyla görmek istemez misiniz?
Andreas cevap verdi: «Güneşin ışığıyla; çünkü, yıldızınkiyle yakındaki
dağları (bile) göremeyiz, ama günesin ışığıyla en minnacık bir kum tanesini
görü rü z. Bu nedenle de, yıldızın ışığında korkarak yürürken, güneşin
ışığında güvenle yürürüz.»
109.
İsa karşılık verdi.- «Aynen öyle de, size diyorum ki, ruhla Allah'ımız (olan)
adalet güneşiyle bakmalı, vücudun gördükleriyle övünmemelisiniz. Bu
bakımdan, en doğru olan, vücudun uyumasından mümkün olduğu kadar
kaçınmaktır, ama; (bundan kaçınmak da), nefis ve beden yiyecekle, zihin de
işle ağırlaştığından hemen hemen imkânsızdır. Bundan dolayı, bırakın, çok
fazla iş ve çok fazla yemekten kaçınmak için birazcık uyusun.»
«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, her gece bir miktar
uyumak meşrudur, fakat Allah'ı ve korkunç hükmünü unutmak asla meşru
değildir; ve ruhun uyuması böylesi bir unutmadır.»
O zaman, bu (satırlar) ı yazan karşılık verdi: «Ey muallim, Allah'ı her zaman
hatırda nasıl tutabiliriz? Emin olun, bize bu imkânsız görünüyor.»
îsa, iç çekerek dedi: «İnsanın çekebileceği en büyük ızdıraptır bu, ey
Barnabas. Çünkü insan burada yeryüzünde yaratıcısı Allah'ı her zaman
hatırda tutamaz; ancak kutsal olanlar bunun dışındadır. Çünkü onlar, Allah'ı
unutamasınlar diye içlerinde Allah'ın bereketinin nurunu taşıdıklarından
Allah'ı her zaman hatırda tutarlar. Ama, söyleyin bana, taş ocağında
çalışanları gördünüz mü? (Bir yandan) başkalarıyla konuşurken, (öte yandan)
yapa yapa demire bakmadan taşı işleyen demir aletle devamlı vurmayı, ama
yine de ellerine vurmamayı nasıl da öğrenmişler! Şimdi, siz de bu şekilde
yapın. Unutma hastalığını tümüyle yenmek istiyorsanız, kutsal olmayı
arzulayın. Bakın ki, su uzun bir süre vura vura en sert kayaları tek bir
damlayla yarar geçer.
«Bu hastalığı neden yenemediğinizi biliyor musunuz? Çünkü, bunun bir
günah olduğunun farkına varmadınız. Öyleyse size diyorum ki, bir reis sana
bir hediye verse ey insan, senin gözlerini kapayıp ona sırtını dönmen bir
hatadır. Allah'ı unutanlar da işte böyle hata yaparlar. Çünkü, her vakit insan
Allah'tan rahmet ve hediyeler alır.
«Şimdi söyleyin bana, Allah'ımız her vakitte size nimet (in) i bahşetmiyor
mu? Kesinlikle evet; çü nkü hiç durmadan, sayesinde yaşadığınız nefesi
veriyor size. Bakın, bakın size diyorum ki, vücudunuzun nefes aldığı her an
kalbiniz, «Allah'a şükürler olsun» demelidir.»
110.
O zaman Yuhanna dedi: «Dediklerin doğruların doğrusu ey muallim; bu
bakımdan bu kutlu duruma ulaşmanın yolunu öğret bize.»
İsa cevap verdi: «Bakın, size diyorum ki, kişi böyle bir duruma, Rabb'ımız
Allah'ın rahmeti olmadan insanî güçlerle erişemez. İnsanın, Allah'ın
kendisine vermesi için iyiliği istemesi gerektiği doğrudur. Söyleyin bana,
sofraya oturduğunuz zaman, görmek istemediğiniz etleri alır mısınız? Emin
olun ki, hayır. Böyle de size diyorum ki, arzu etmediğiniz şeyi
almayacaksınız. Eğer kutsallık arzu ederseniz, Allah göz açıp kapamadan
daha az bir zaman içinde sizi kutsal yapmaya kadirdir, fakat, insan hediye ve
(hediyeyi) vereni anlasın diye, Allah'ımız beklememizi ve istememizi diler.
«Bir hedefe atışta bulunanları gördünüz mü? Mutlaka pek çok kez boşa
atarlar. Buna rağmen, hiç bir zaman boşa atmak istemezler, daima da hedefi
vurma ü midindedirler. Şimdi, siz (de) böyle yapın. Allah'ımızı her zaman
hatırda tutmak isteyen ve unuttuğunuzda kederlenen sizler; çünkü Allah,
söylediğim şeylerin hepsini elde etmeniz için size bereket verecektir.
«Oruç tutmak ve ruhen uyanık bulunmak birbiriyle öylesine bir aradadır ki,
eğer kişi uyanıklığı bozarsa, oruç da hemen bozulur. Çünkü, bir insan, günah
işlemekle ruhun orucunu bozar ve Allah'ı unutur. İşte, uyanık olmak ve oruç
tutmak ruh bakımından biz ve bütün insanlar için her zaman gereklidir.
Çünkü, günah işlemek kimse için meşru değildir. Ama, vücudun oruç
tutması ve uyanık kalması, inanın bana, her zaman ve herkes için mümkün
değildir. Çünkü, hastalar ve yaşlılar, çocuklu kadınlar, perhiz yapan insanlar,
çocuklar ve zayıf yapıda daha başka kişiler vardır. Kuşkusuz herkes, normal
ölçülerine göre giyinmiş olsalar bile, kendi oruç tutma (biçimini) tesbit
etmelidir. Nasıl, bir çocuğun elbiseleri otuz yaşlarında bir insan için uygun
değildir, aynen öyle de, bir kişinin uyanıklığı ve orucu da bir diğeri için
uygun değildir.»
«Ama, dikkat edin ki, geceleyin uyanık kalıp, ardından Allah'ın emri üzere
namaz kılmanız ve Allah'ın sözünü dinlemeniz gerektiği zaman, uyuyasınız
diye şeytan tüm gücünü kullanacaktır.»
111.
«Söyleyin bana, bir arkadaşınız eti yiyip de, kemikleri size verse razı olur
musunuz?»
Petrus cevap verdi: «Hayır muallim, çünkü böylesine arkadaş değil, sahtekâr
denmesi gerekir.»
îsa iç çekerek cevap verdi: «Tam gerçeği söyledin ey Petrus, çünkü kişi
vücuduyla gereğinden fazla uyanık kalıp, ibadet edeceği veya Allah'ın
sözlerini dinleyeceği zaman uyur veya uyuklayıp başı aşağı düşerse, böylesi
bir bedbaht, Yaratıcısı Allah'la alay etmektedir ve böyle bir günah dolayısıyla
da suçludur. Hatta, Allah'a vermesi gereken zamanı çalıp, istediği zaman ve
istediği kadar harcadığı için de bir soyguncudur.»
«Bir insan, içinde en iyi şarap bulunan bir kâseyi, şarabın en iyi miktarı
bitinceye kadar içmeleri için düşmanlarına, şarabın tortuları kalınca da,
içmesi için efendisine verdi. Efendinin her şeyi öğrendiği zaman hizmetçisine
ne yapacağını ve hizmetçinin onun önünde ne hale geleceğini düşünürsünüz?
Mutlaka onu dövecek ve yerinde bir kızmayla dünyanın kanunlarına göre
kendisini öldürecektir. Şimdi, zamanının en iyisini işlerinde ve en kötüsünü
de ibadet ve kanunu incelemede geçiren bir adama Allah ne yapacaktır?
Yazıklar olsun dünyaya, çünkü, bununla ve daha büyük günah (lar) la kalbi
ağırlaşmıştır! Bu yüzden, size gülmek ağlamaya, ziyafetler oruca ve uyku
uyanıklığa dönüşmeli dediğim zaman, duyduğunuz şeylerin tümünü üç
kelimeye sıkıştırdım. Burada, yeryüzünde kişi her zaman ağlamalı ve bu
ağlama yürekten olmalı, çünkü Yaratıcı'mız Allah'a karşı geliniyor; nefis
üzerinde hakimiyet kurmak için oruç tutmalı ve günah işlememek için
uyanık olmalısınız; ve bedenen ağlama, bedenen oruç tutma ve uyanık olma
her bir kişinin bünyesine göre yapılmalıdır.»
112.
îsa böyle söyleyip, (sonra) dedi: «Hayatımızı sürdürmemiz için tarlanın
meyvelerinden aramaya çıkmalısınız, çünkü sekiz gündür hiç ekmek
yemiyoruz. Bu bakımdan, Allah'ımıza dua edecek ve Barnabas ile birlikte sizi
bekliyeceğim.
Bunun üzerine, tüm şakirtler ve havariler, İsa'nın sözüne göre dörder altışar
yola koyuldular. İsa'nın yanında bu (satırlar)ı yazan kaldı; o zaman İsa
ağlayarak dedi: «Ey Barnabas, sana büyük sırlar açıklamam gerekiyor,
bundan sonra ben dünyadan ayrılacağım ve sen de onlan anlatacaksın.»
O zaman, bu (satırlar) ı yazan ağlıyarak dedi; «Beni ağlat ey muallim,
başkalarını da (ağlat). Çünkü biz günahkârlarız. Ve, Allah'ın bir mukaddesi
ve peygamberi olan sen, senin için bu kadar ağlamak uygun değildir.»
İsa karşılık verdi: «İnan bana Barnabas, ben (ağlamam) gerektiği kadar
ağlayamıyorum. Çünkü, eğer insanlar bana Allah dememiş olsaydı, ben
Allah'ı burada, Cennet'te görüleceği biçimde görecek ve Hüküm Günü'nden
korkmama emniyetine erişecektim. Ama, Allah biliyor ki, ben suçsuzum,
çünkü hiç bir zaman bir köleden öte tutulma düşüncesi beslemedim. Hem,
sana diyorum ki, eğer Allah diye çağırılmamış olsaydım, dünyadan ayrılınca
Cennet'e götürülecektim, ama şimdi Hüküm (Günü 'ne) kadar oraya
gitmeyeceğim. Şimdi, benim ağlamama neden olup olmadığını görüyorsun.
Bil ki ey Barnabas, bu yüzden her halde büyük zulme uğrayacak ve
havarilerimden biri tarafından otuz paraya satılacağım. Bu bakımdan,
eminim ki, beni satacak olan benim adıma öldürülecek, çünkü Allah beni
yeryüzünden çekecek ve herkes onun ben olduğuma inansın diye hainin
görünümünü değiştirecek; yine de, o, şerli bir ölümle öldüğü zaman, ben
uzun bir süre bu lekeyle dünyada kalacağım. Fakat, Allah'ın kutlu Elçi'si
Muhammed gelince, bu rezalet silinip gidecek. Ve, Allah bunu yapacak,
çünkü, bana bu canlı bilinme ve şu rezil ölüme yabancı olma ödülünü
verecek olan Mesih gerçeğini itiraf etmiş bulunuyorum.»
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «Ey muallim, söyle bana, kimdir
bu alçak! Çünkü, seve seve boğar öldürürüm onu.»
«Sus, bir şey söyleme» diye cevap verdi îsa, «çünkü Allah böyle diliyor ve
o(hain) başka türlüsünü de yapamaz. Fakat, gör ki, annem böyle bir olaya
üzüldüğünde, rahatlaması için ona gerçeği anlatırsın.»
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «înşallah bütün bunları
yapacağım ey muallim.»
113.
Şakirtler dönüşlerinde, çam kozalakları getirdiler ve Allah'ın iradesiyle bir
hayli de hurma bulmuşlar. Öğle namazından sonra îsa ile birlikte yediler. Bu
sırada (bu satırları) yazanın üzgün yüzünü gören şakirtler ve havariler,
İsa'nın hemen dünyadan ayrılması gerektiğinden korkuya kapıldılar. Bunun
üzerine, îsa onları teselli ederek dedi: «Korkmayın, çünkü sizden ayrılma
saatim henüz gelmiş değil. Yanınızda kısa bir süre daha kalacağım. Bu
bakımdan, dediğim gibi, Allah'ın îsrailîler üzerine merhamet etmesi için, tüm
İsrail'e varıp, pişman olmayı anlatmayı size öğretmeliyim. Öyle ki, herkes
tenbelliğin farkına varsın ve çok daha fazla günahının kefaretini ödesin;
çünkü, iyi meyve vermeyen her ağaç kesilecek ve ateşe atılacaktır.
«Bağ tarlası olan bir vatandaş vardı ve tarlanın ortasında, içinde güzel bir
incir ağacı olan bir bahçe bulunuyordu. Üç yıldır mal sahibi ağaca geliyor ve
ü zerinde hiç meyve bulamıyordu; ve tüm öbür ağaçların meyve verdiğini
görünce, bağcısına dedi: «Bu kötü ağacı kes, çünkü araziye yük oluyor.»
Bağcı karşılık verdi: «Değil efendim; çünkü, güzel bir ağaçtır o.»
«Ses etme» dedi mal sahibi, «çünkü, yararsız güzelliklere önem vermem ben.
Palmiye ve pelesenk ağacının incirden daha soylu olduğunu bilmen gerek.
Ama, evimin avlusuna bir palmiye ve bir de pelesenk ağacı fidanı dikmiş ve
çevresine hayli para harcayarak duvar çevirmiştim. Fakat, bunlar meyve
yerine yığılıp kalan yaprak verip, evimin önündeki araziyi de
verimsizleştirince, ikisini de ortadan kaldırdım. Şimdi, diğer bütün ağaçların
meyve verdiği bağ tarlama ve bahçeme yük olan evimin uzağındaki bir incir
ağacını nasıl bağışlayayım? Emin ol ki, ona daha fazla katlanmayacağım.»
O zaman bağcı dedi: «Efendi, toprak oldukça zengin. Bu bakımdan, bir yıl
daha bekle. Ben incir fidanının dallarını budayıp, kendinden toprağın
verdiği tüm fazlalıkları alayım ve taşlı kuru bir araziye koyayım; böyle yapıca
meyve verecektir o.»
-Mal sahibi karşılık verdi: «Şimdi git ve öyle yap; bekleyeceğim ve incir fidanı
da meyve verecek.» Bu temsilî hikâyeyi anlıyorsunuz değil mi?»
Havariler cevap verdiler: «Hayır Rab, bu nedenle onu bize açıklayın.»
114.
îsa karşılık verdi: «Bakın, size diyorum ki, mal sahibi Allah'tır, bağcı da
O'nun kanunu. Allah'ın Cennette palmiye ve pelesenk ağaçları vardı; şeytan
palmiye ağacı, ilk insan da pelesenk ağacıdır. Allah, bunları çıkarıp attı.
Çünkü, salih ameller meyvesi vermiyorlar, bunun yerine pek çok melekleri ve
pek çok insanları ayıplayan dinsizce sözler sarf ediyorlardı. Şimdi, Allah
insanı dünyaya, tüm emir ve yasaklarına göre Allah'a kulluk eden
yaratıklarının arasına indirmiştir. Allah'ın meleği ve ilk insanı bağışlamayıp,
meleği ebedi, insanı da bir süre için cezalandırdığını görerek diyorum ki,
meyve vermeyen insanı Allah kesip, Cehennem'e mahkûm eder. Bu konuda
Allah'ın kanunu der ki, bu hayatta insan için pek çok iyi şeyler vardır ve bu
nedenle salih ameller işleyebilmesi için sıkıntılar çekmesi Ve dünyevî
iyiliklerden yoksun kalması gerekmektedir. Dolayısıyla, Allah'ımız insanın
Pişman olmasını bekler. Bakın, size diyorum ki, Allahımız insanı çalışmaya
mahkûm etmiştir ki, Allah'ın dostu ve peygamberi Eyüp der: «Kuşun uçmak
için, balığın da yüzmek için doğduğu gibi, insan da çalışmak için doğar.»
Allah'ın bir peygamberi olan Davud da şöyle der: «Elimizin emeğini yiyerek
kutsanacağız ve bu bizim için iyidir.»
Bu nedenle, herkes niteliğine göre çalışsın. Şimdi söyleyin bana, babamız
Davud ve oğlu Süleyman elleriyle çalışmışlarsa, günahkârın ne yapması
gerekir?
Yuhanna dedi: «Muallim, çalışmak yerinde olan bir şey, ama bunu yoksullar
yapmalı.»
İsa karşılık verdi: «Yaa, çünkü onlar başka türlü yapamaz. Ama, bilmez misin
ki, iyilik iyi olmak için gereklilikten azade olmalıdır? Böyle de, güneş ve diğer
gezegenler, başka türlüsünü yapamasınlar diye Allah'ın hükümleriyle
güçlendirilmişlerdir ve bu nedenle de, herhangi bir liyakatleri yoktur.
Söyleyin bana, Allah çalışma hükmünü koyduğu zaman, «Yoksul insan
yüzünün teriyle yaşayacaktır» mı dedi? Ve, Eyüp, «Kuş uçmak için doğar,
yoksul insan da çalışmak için doğar» mı dedi? Hayır, Allah insana,
«Ekmeğini yüzünün teriyle yiyeceksin» ve Eyüp de «İnsan çalışmak için
doğmuştur» demiştir. Bu bakımdan, (yalnızca) insan olmayan bu hükmün
dışındadır. Emin olun ki, her şeyin pahalı olmasının nedeni, pek çok haylaz
insanın bulunmasıdır. Eğer, bunlar çalışacak olsalar, bazısı toprağı sürse,
bazısı da sularda balıkçılık yapsa, dünyada bolluk üstü bolluk olur. Ve,
yokluklar nedeniyle, korkunç Hü küm Günü'nde hesap vermek gerekecektir.»
115.
«Bırakın, insan bana bir şeyler desin. Dünyaya ne getirdi ki, bu nedenle
haylaz haylaz yaşasın? Çıplak ve hiç bir şey yapamıyâcak biçimde doğduğu
ortada. Bundan dolayı da, bulduğu şeylerin tümünün sahibi değil,
dağıtıcısıdır o. Ve, o korkunç günde bunların hesabını verecektir. İnsanı vahşi
hayvanlar gibi yapan iğrenç şehvetten çok korkmak gerekir; çünkü, düşman
kişinin kendi evi içindedir. Bu bakımdan, düşmanın gelemiyeceği herhangi
bir yere gitmen mümkün değildir. Ah, niceleri şehvet yüzünden helak olup
gittiler! Şehvet yüzünden tufan oldu, o kadar ki, dünya Allah'ın merhameti
önünde silinip gitti de, yalnızca Nuh ve seksen üç insan kurtuldu.
Şehvet yüzünden Allah üç lânetli şehri yerle bir etti (ve) içlerinden yalnızca
Lût ve iki oğlu kurtuldu. «Şehvet yüzünden Bünyamin'in kabilesi tümüyle
sönüp yok oldu. Ve, bakın size diyorum ki, şehvet yüzünden ne kadar
insanın helak olduğunu size anlatacak olsam, beş günlük süre yetmez.»
Yakup karşılık verdi: «Ey üstad, şehveti simgeleyen nedir?»
İsa cevap verdi: «Şehvet, gem vurulmamış bir aşk arzusudur; akıl tarafından
yönlendirilmezse, insan zihin ve duygularının sınırlarını aşar,- öyle ki, insan
kendini bilmeden, nefret etmesi gereken şeyi sever. İnanın bana, insan, böyle
bir şeyi Allah kendisine verdi diye değil de, sahibi olarak bir şeyi severse, bir
zani olur; çünkü, Yaratıcı'sı Allah'la birlikte olması geieken ruhu yaratıkla
birleştirmiştir. Ve, işte Allah Işaya peygamber aracılığıyla ağlayarak der: «Sen
pek çok aşıklarla zina ettin; buna rağmen bana dön, seni kabul edeceğim.»
«Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer insanın kalbinde
içten bir şehvet olmazsa, dışta (kötülüklere) düşmez; çünkü, kök giderse ağaç
hemen ölü r.»
«Bu nedenle insan, Yaratıcı'sının kendisine verdiği hanımla yetinsin ve başka
bir kadını unutsun.»
Andreas karşılık verdi: «însan, yaşadığı şehirde o kadar çok varken, kadınları
nasıl unutur?»
«Ey Andreas, şehirde yaşayan insana, şehrin zarar vereceği ortada; görü lü yor
ki, şehir her kötülüğü emen bir süngerdir.»
116. Göze Gem Vurmak
«Nasıl asker, kale çevresinde düşmanlar olduğu zaman, vatandaşlar adına
her zaman ihanetten korkarak ve kendini her (türlü) saldırıya karşı koruyarak
yaşıyorsa, insana da şehirde yaşamak yaraşır. Aynen böyle de, diyorum ki
size, insan dıştan gelen her türlü günah dürtüsünü itsin ve nefisten korksun,
çünkü onun kirli şeylere karşı aşın bir arzusu vardır. Ama, her türlü şehevî
günahın kaynağı olan göze gem vurmazsa, kendini nasıl korusun? Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, maddi gözleri olmayan, üçüncü
dereceye kadar olan cezaları görmekten emindir; halbuki, gözleri olan yedinci
dereceye kadar cezalandırılır.
«îlya peygamber zamanında, îlya iyi yaşantısı olan kör bir adamı ağlarken
görüp, ona sordu: «Niye ağlarsın, ey kardeş?» Kör adam cevap verdi:
«Ağlarım, çünkü Allah'ın mukaddesi İlya Peygamber'i göremiyorum.»
O zaman, îlya kendisini azarlayıp dedi: «Bırak ağlamayı ey adam, çünkü
ağlamakla günaha giriyorsun.»
Kör adam karşılık verdi: «Söyle bana şimdi, ölüleri kaldıran ve gökten ateş
indiren Allah'ın kutsal bir peygamberini görmek günah mıdır?»
îlya cevap verdi: «Gerçeği konuşmuyorsun; çünkü îlya senin dediklerinin hiç
birini yapamaz. Senin gibi bir insandır o. Dünyadaki tü m insanlar, tek bir
sineği meydana getiremezler.»
Kör adam dedi: «Sen böyle dersin ey adam, çünkü, îlya herhalde bazı
günahların nedeniyle seni azarladı da, bu bakımdan ondan nefret ediyorsun.»
Îlya karşılık verdi: «Înşallah gerçeği söylüyorsundur; çünkü, ey kardeş, eğer
îlya'dan nefret edersem Allah'ı severim ve îlya'dan ne kadar nefret edersem,
Allah'ı o kadar çok severim.»
Bunun üzerine, kör adam çok kızdı ve dedi: «Allah sağ ve diridir ki, sen
dinsizin birisin! însan Allah'ın peygamberinden nefret ederken, Allah
sevilebilir mi? Defol git, seni daha fazla dinlemek istemiyorum çünkü!»
îlya karşılık verdi: «Kardeş, şimdi bedenle görmenin nasıl kötü olduğunu
zekânla görebiliyorsundur. Çünkü, llya'yı görmek için göz istersin, ruhunla
da îlya'dan nefret edersin.»
Kör adam karşılık verdi: «Hemen defol git, çünkü sen şeytan'sın. Allah'ın
mukaddesine karşı beni günaha katacaksın.»
O zaman îlya ah çekti ve göz yaşları içinde dedi: «Gerçeği söyledin ey kardeş,
çünkü, görmeği arzu ettiğin benim bedenim seni Allah'tan ayırır.»
Kör adam dedi: «Seni görmek istemiyorum; hem, gözlerim olsa, seni
görmemek için kaparım.»
O zaman îlya dedi: «Bil ki kardeş, ben îlya'yım!» Kör adam karşılık verdi.:
«Doğruyu söylemiyorsun.»
117.
O zaman îlya'nın havarileri dediler: «Kardeş, o Allah'ın peygamberi îlya'nın
ta kendisidir.»
«Söyleyin bana» dedi kör adam, «Eğer o peygamberse, ben hangi soydanım
ve nasıl kör oldum?»
îlya cevap verdi: «Sen Levî kabilesindensin; ve Allah'ın mabedine girerken,
mabedin yanında bir kadına şehvetle baktığından Allah'ımız görme gücünü
aldı.»
O zaman, kör adam ağlayarak dedi: «Bağışla beni ey Allah'ın kutsal
peygamberi; sana dediklerimden dolayı günaha girdim; seni görmüş
olsaydım, günah işlemiyecektim.»
îlya karşılık verdi: «Allah'ımız bağışlasın seni ey kardeş, çünkü benim
hakkımda bana doğruyu söylediğini biliyorum; çünkü kendimden ne kadar
çok nefret edersem, o kadar çok Allah'ı severim; ve eğer beni görsen, Allah'ın
razı olmadığı arzun yatışır. Çünkü senin Yaratıcın îlya değil, Allah'tır; bu
bakımdan ben senin için şeytan'ım» dedi îlya ağlayarak; «çünkü, sana
Yaratıcı'dan yüz çevirttim. O halde ağla kardeş, çünkü, senin hakkı batıldan
ayırt ettirecek ışığın yok. Ama olsaydı, benim akidemi hor görmiyecektin. Bu
nedenle, sana diyorum ki, pek çokları beni görmek arzular ve uzaklardan
beni görmeye gelirler, (ve) bunlar sözlerimi hor görürler. Dolayısıyla onlar
için, kurtuluşları için, gözlerinin olmaması daha iyi, çünkü kendileri gibi
yaratılandan zevk alan ve Allah'tan zevk almaya çalışmayan herkes kalbinde
bir put yapıyor ve Allah'ı bırakıyor.»
Sonra îsa iç çekerek dedi: «îlya'nın dediklerinin hepsini anladınız mı?»
Havariler cevap verdiler: «Gerçekten anladık ve burada, yeryüzünde
putatapıcı olmayan pek az kisi bulunduğunu görüp, ne diyeceğimizi
bilemiyoruz.»
118. İbadet Ruhun İlacı ve Avukatıdır
O zaman îsa dedi: «Doğru söylüyorsunuz, çünkü, şimdi îsrailîler beni Allah
yerine koyarak, kalblerindeki putatapıcılığı yerleştirmek arzusundaydılar;
pek çokları Allah olduğumu söylersem tüm Yahudiye'ye hakim olabileceğimi
ve sürekli nefis bir yaşantı içinde reisler arasında kalmayıp, çöllük, yerlerde
yoksulluk içinde yaşamak istediğimden deli olduğumu söyleyerek, öğretimi
hakir görmektedirler. Ey, sineklerde ve karıncalardaki ışığa değer verip,
yalnızca meleklerde, peygamberlerde ve Allah'ın mukaddeslerinde bulunan
ışığı hor gören talihsiz insan!
«O halde, göz korunmayacak olursa ey Andreas diyorum ki sana, baş aşağı
şehvetle düşmemek mümkün değildir. Bu konuda, Yeremya peygamber
ağlaya ağlaya gerçeği söylüyordu: «Gözüm ruhumu çalan bir hırsızdır.»
Böyledir, çünkü babamız Davud da Rabb'ımız Allah'a en büyük özlemle,
yararsız şeylere bakmaktan gözlerini çevirmesi için dua ediyordu. Gerçekten
sonu olan her şey boşunadır. Öyleyse, söyleyin bana, bir kimsenin ekmek
aİacak iki kuruşu olsa, onu duman almak için harcar mı? Kesinlikle hayır;
şundan ki, duman gözleri incitir ve vücuda hiç bir gıda vermez. İşte insan da
aynen böyle yapsın, çünkü o gözlerinin bakışı ve kalbinin bakışıyla (basiret)
Yaratıcısı Allah'ı ve iradesinin verdiği temiz lezzeti tanımaya çalışmalı ve
Yaratıcı'yı yitirmeye neden olan yaratılanı amaç edinmemelidir.»
119.
însan, bir şeye baktığı ve o şeyi insan için yaratan Allah'ı unuttuğu her vakitte
günah işlemiş olur. Çünkü, eğer bir arkadaşın kendisini hatırda tutması için
sana herhangi bir şey verse ve sen de onu satıp, arkadaşını unutsan,
arkadaşına karşı suç işlemiş olursun, îşte, insan da böyle yapar; çünkü,
yaratılana bakıp, onu insanın sevgisi için yaratmış olan Yaratıcıyı hatırda
tutmadığı zaman, akılsızlığından yaratıcısı Allah'a karşı günaha girer,
«Bu bakımdan, kadınlara bakıp, kadını erkeğin iyiliği için yaratan Allah'ı
unutan kişi. kadını sevecek ve arzulayacaktır. Ve, bu şehveti o dereceye
zorlayıp gelecektir ki, sevilen şeye benzeyen her şeyi sevecek, bu şekilde
hatırlanması bir utanç olan bu iş (in) günahı doğacaktır. O halde, eğer insan
gözlerine gem vuracak olursa, nefsinin ü zerinde hakim olacak, o da kendisine
sunulmayan şeyi arzulayamayacaktır. Çünkü, böylece beden ruha tabî
olacaktır. Nasıl gemi rüzgârsız hareket edemezse, beden de nefs olmadan
günah işleyemez.
«Sonra, pişman olanın masal söylemeyi ibadete çevirmesi gerekir. Bu Allah'ın
bir hükmü olmasa bile, akıl bunu gösteriyor. Çünkü, her haylaz kelimede
insan günaha girer ve Allah'ımız günahı ibadetle siler. Çünkü, ibadet ruhun
avukatıdır; ibadet ruhun ilâcıdır; ibadet kalbin savunmasıdır; ibadet inancın
silâhıdır, ibadet nefsin gemidir; ibadet bedenin, günahla bozulmasını önleyen
tuzudur. Size diyorum ki, ibadet hayatımızın elleridir; bununla, ibadet eden
kişi hüküm gününde kendisini koruyacaktır çünkü, ruhunu burada,
yeryüzünde günahtan uzak tutacak ve kalbini kötü arzuların değmesinden
koruyacaktır; nefsini Allah'ın kanunu içinde tutup, istediği her şeyi Allah'tan
alarak bedeni de takva yolunda yürüdüğü için şeytan'ı kızdıracaktır.
«Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, ibadet etmeyen insan, derdini
köre açan dilsiz bir adamdan; merhemsiz iyileştirilebilen fistülden, hareket
etmeden kendini savunan veya silahsız olarak bir başkasına saldıran,
dümensiz kü rek çeken veya tuz olmadan ölü bedeni koruyan bir adamdan
daha çok salih amel sahibi değildir. Çünkü, bakın, eli olmayan alamaz. Eğer
insan gübreyi altına ve çamuru şekere çevirebilecek olsa, ne yapar?»
Sonra, İsa sustu, havariler cevap verdiler: «Kimse, altın ve şeker yapmaktan
başka bir işe kendini koşmaz.»
O zaman îsa dedi: «Şimdi, neden insan aptalca masal anlatıcılığı ibadete
dönüştürmez? Zaman kendine Allah tarafından Allah'a karşı gelsin diye mi
verilmiştir yoksa? Hangi reis kendi üzerine savaş açsın diye bir şehri tebasına
verir? Allah sağ ve diridir ki, eğer insan boş konuşmakla ruhunun ne hallere
girdiğini bilmiş olsa, konuşmaktansa hemen dilini dişleriyle koparır. Ey
zavallı dünya! Bugün insanlar ibadet için toplanmazlar da, mabedin
verandalarında ve mabedin ta içinde şeytan boş konuşma kurbanlarını alır ve
utanç duymadan sözünü edemediğim şeylerden daha kötü olan da budur.
120. Boş Konuşmanın Meyvesi
Boş konuşmanın meyvesi budur ki, zihni gerçeği anlamayacak biçimde
zayıflatır; nasıl, yarım kiloluk pamuk yükünü taşımaya alışmış bir at on
kiloluk taşı taşıyamazsa, aynen öyle.
Fakat, bundan daha kötüsü, insanın zamanını şaka matrakla geçirmesidir,
İbadet etmek istediği zaman, şeytan aklına şu aynı şakaları getirir, o kadar
ki, Allah'ın merhametini çekip, günahlarının afvını sağlamak için
günahlarına ağlaması gerektiği zaman, gülmekle Allah'ın kızgınlığını çeker;
O da kendisini cezalandıracak ve fırlatıp atacaktır.
«Öyleyse, yazıklar olsun şaka matrakla boş vakit geçirenlere! Ama, Allah'ımız
şaka edip boş vakit geçirenleri iğrenerek alırsa, ya komşusuna iftira edip,
mırıldanıp duranı nasıl alacak ve çok gerekli bir işle uğraşır gibi günahla
uğraşanların durumu ne olacaktır? Ah murdar dünya, senin Allah'ın nasıl
elem verici bir cezasına çarpılacağını tasavvur edemiyorum! Öyle de, pişman
olan, diyorum ki o sözlerini altın fiyatına vermelidir.»
Havarileri karşılık verdiler: «Ama, bir insanın sözlerini altın fiatına kim alır?
Kesinlikle hiç kimse ve nasıl pişman olacaktır? Mutlaka aç gözlü olacaktır o!»
îsa cevap verdi: «Öylesine ağır kalbleriniz var ki, ben on (lar) ı
kaldıramıyorum. Bu, bakımdan, her sözde size anlamı da söylemem
gerekiyor. Ama, size sırlarını öğrenme lûtfunda bulunan Allah'a şükredin.
Pişman olan, konuştuğunu satsın demiyorum. Konuştuğu zaman, altın
çıkarıyormuş gibi düşünsün diyorum. Çünkü, kuşkusuz böyle yapmakla,
nasıl altın gerekli şeyler için harcanırsa, o da (yalnızca) konuşması gerektiği
zaman konuşacaktır. Ve, nasıl kimse altını vücudunu incitecek bir şey için
harcamazsa, o da ruhunu incitebilecek bir şeyin sözünü etmesin.
121.
«Vali bir mahpusu yakalayıp da sorguya çekerken zabıt kâtibi de
(konuşulanları) kayda geçiyorsa, söyleyin bana, böyle bir adam nasıl
konuşur?»
Havariler cevap verdiler: «Yerinde ve korkarak konuşur ki, kuşku
uyandırmasın; ve valiyi sinirlendirebilecek herhangi bir şey söylememek,
aksine serbest bırakılabilecek şekilde konuşmanın yollarını aramak için
dikkat eder.»
O zaman, Isa karşılık verdi: «Ruhunu yitirmemek için, pişman olanın da
yapması gereken budur. Çünkü, Allah her insana zabıt kâtibi olarak, biri
yaptığı iyilikleri, diğeri de kötülükleri yazan iki melek vermiştir. Öyleyse,
eğer bir insan merhamet görmek istiyorsa, altını ölçtüğünden daha çok
konuşmasını ölçsün.»
122. Pişmanlık Nasıl Olmalı?
«Hırs ve tamaha gelince, bu da sadaka vermeye çevrilmelidir. Bakın, size
diyorum ki, nasıl çekülün(terazi) denge olarak merkezi varsa, tamahkânn da
sonunda varacağı yer olarak Cehennem vardır. Neden biliyor musunuz?
Anlatacağım size: Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki,
tamahkâr diliyle sessiz bile olsa yaptıklarıyla der: «Benden başka Allah
yoktur.» Sahip olduğu ne varsa, başını, sonunu, çıplak doğup, her şeyi
(ardında) bırakarak öleceğini düşünmeden istediği gibi harcar.»
«Şimdi söyleyin bana, Hirodes size bakmanız için bir bahçe verse, siz de
kendinizi hemen sahip yerine koyup, Hirodes'e hiç meyve göndermeseniz ve
Hirodes size adam gönderip meyve istediğinde elçileri kovsanız, söyleyin
bana, kendinizi bu bahçenin kralları yapmış olmaz mısınız? Mutlaka, öyle.
Şimdi, diyorum ki size, aynen tamahkâr adam da böyle, Allah'ın kendine
vermiş olduğu zenginliği üzerinde kendini ilâh yapar.
«Hırs ve tamah, zevkine göre yaşamasının günahıyla Allah'ı yitiren ve
kendinden gizli olup, çevresini iyilikleri yerine koyduğu geçici şeylerle
kuşatan Allah'tan memnun olmayan nefsin bir susuzluğudur; ve bu
(susuzluk) arttıkça, kendini o kadar çok Allah'tan uzaklaşmış bulur.
«Ve, günahkârın doğru yolu bulması, tevbe etme lûtfunda bulunan
Allah'tandır. Babamız Davud da şöyle der: «Bu değişim Allah'ın sağ elinden
gelir.»
«Pişmanlığın nasıl olması gerektiğini bilmek istiyorsanız, size insanın ne tür
(bir şey) olduğunu anlatmam lâzım. Ve, bugün bize iradesini sözlerim
aracılığıyla bildirme lûtfunda bulunan Allah'a şükürler edelim.»
«Bundan sonra ellerini kaldırıp dua ederek, dedi: «Merhametiyle bizi yaratan,
bize Doğru Elçi'nin diniyle kulların insanlar mertebesi veren Kadir ve Rahim
Rabb Allah, tüm nimetlerin için sana şükreder, günahlarımıza hayıflanarak,
namaz kılıp zekât vererek, oruç tutup Kelimen üzerinde çalışarak, iradeni
bilmeyenlere öğreterek, Sen'in sevgin için dünyanın sıkıntılarını çekerek ve
Sana kulluk için ölüm üzerine hayatımızdan geçerek seve seve yalnızca Sana
ibadet ederiz. Sen ey Rabb, seçtiklerini koruduğun gibi, Kendi benliğin aşkına
ve bizi kendisi için yarattığın Elçin aşkına ve tüm kutsal (kul)lann ve
peygamberlerin aşkına bizi şeytan'dan, bedenden ve dünyadan koru!»
Havariler karşılık verdiler: «Amin, Amin Rabb, Amin ey merhametli
Allah'ımız.»
123.
Cuma günü gelince, sabah erkenden namazdan sonra îsa havarilerini topladı
ve onlara dedi: «Oturalım; çünkü işte bu günde Allah insanı yeryüzünün
çamurundan yarattı; ben de inşallah, insanın nasıl bir şey olduğunu size
anlatacağım.»
Herkes oturunca yeniden dedi: «Allah'ımız, yaratıklarına iyiliğini,
merhametini ve hoşgörülüğü ve adaletiyle birlikte kudretini de göstermek
için birbirine zıt dört şeyden bir terkip meydana getirdi ve bunları, —toprak,
hava, su ve ateş— her biri zıddını dengelesin diye insan denilen nihai bir
nesnede birleştirdi. Ve bu dört şeyden, sinirler, damarlarla birlikte ve tüm iç
parçaları ile birlikte et, kemik, kan, ilik ve deriden oluşan insan vücudu
olarak bir kap yaptı; içine Allah, bu hayatın iki yönü olarak ruh ve nefsi
yerleştirdi; orada yağ gibi yayıldığı için nefse yerleşim bölgesi olarak
vücudun her parçasını verdi. Ve, ruha da yerleşim bölgesi olarak, nefsle
birleşip tüm hayata egemen olması için kalbi verdi.
«İnsanı bu şekilde yaratan Allah, içine akıl denilen bir ışık yerleştirdi ki, deri,
nefs ve ruhla tek bir hedefte —Allah'a kulluk için çalışmak— birleşsin.
«Bundan sonra, bu eseri Cennet'e koyunca, akıl, şeytan'ın dürtmesiyle nefsin
iğvasına uğradı, beden rahatını yitirdi, nefs kendisiyle yaşadığı zevki yitirdi
ve ruh (da) güzelliğini yitirdi.
«Böylesi kötü bir duruma düşen insan, akıl tarafından engellenmediğinden
çalışmakta huzur bulmayıp, zevk peşinde koşan nefsle, gözlerin kendine
gösterdiği ışığın peşinden gider; bundan dolayı da, gözler, boş şeylerden
başka bir şey görmediğinden kendini aldatır ve böylece dünyevi şeyleri
seçerek günah işler.
«İşte, Allah'ın rahmetiyle, insanın aklının iyiyi kötüden seçmek ve gerçek
zevki (ayırt etmek) için yeniden aydınlatılması gerekmektedir; bunu bilmekle
günahkâr tevbeye yönelir. Bu bakımdan, bakın, size diyorum ki, eğer
Rabb'ımız Allah insanın kalbini aydınlatmazsa, insanın akıl yürütmelerinin
hiç bir önemi yoktur.»
Yuhanna karşılık verdi: «O halde, insanların konuşması hangi, amaca hizmet
etmektedir?»
İsa cevap verdi: «İnsan, insan olarak insanı tevbeye yöneltmek için hiç bir işe
yaramaz; fakat insan, Allah'ın insanı doğruya çekmek için kullandığı bir araç
olarak (işe yarar). İşte Allah böyle, insanın kurtuluşu için gizli olarak insanda
bir şeyler meydana getirir. Bu nedenle kişi, Allah'ın kendinde konuştuğu
birini bulabilirim diye herkesi dinlemelidir.»
Yakup karşılık verdi: «Ey muallim, eğer sahte bir peygamber ve bize ders
veriyormuş gibi davranan yalancı bir muallim gelecek olsa, ne yapmamız
gerekir?»
124.
İsa bir temsille cevap verdi . «Bir insan ağını alıp balık tutmaya gider ve
gittiği yerde pek çok balık yakalar, ama kötü olanları çıkarıp atar.»
«Bir insan ekin ekmeye gider, ama yalnızca iyi toprağa düşen tane tohum
taşır.» «Siz de aynen böyle yapmalısınız. Her şeyi dinlemeli, (ama) sadece
gerçek ebedî hayata meyve taşıyacağından, yalnızca gerçek olanı
almalısınız.»
O zaman, Andreas karşılık verdi: «Öyle. de, gerçek nasıl bilinecektir?»
îsa cevap verdi: «Musa'nın kitabına uyan her şeyi gerçek diye alırsınız.
Biliyorsunuz, Allah birdir, gerçek birdir; buradan giderek deriz ki, akide
birdir ve akidenin anlamı birdir ve dolayısıyla din birdir. Bakın, size diyorum
ki, eğer gerçek Musa'nın kitabından silinip çıkarılmamış olsaydı, Allah,
babamız Davud'a ikinciyi vermeyecekti. Ve, Davud'un kitabı tahrif edilmemiş
olsaydı, Allah İncil'i bana emanet etmeyecekti; çünkü Allah'ımız Rabb
değişmez ve tüm insanlara tek bir mesajla konuşmuştur. Bu bakımdan,
Allah'ın elçisi geleceği zaman, dinsizlerin benim kitabımda yaptıkları
tahrifatın tümünü temizlemek için gelecektir.»
Sonra, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «Ey muallim, kanunun tahrif
edildiği ve yalancı peygamberin konuştuğu zamanlarda insan ne yapsın?»
İsa cevap verdi: «Güzel bir soru ey Barnabas. Bu nedenle sana diyorum ki,
böyle bir zamanda, insanlar sonunda Allah'a varacaklarını
düşünmediklerinden pek az kişi kurtulur. Ruhumun huzurunda durduğu
Allah sağ ve diridir ki; insanı amacından, yani, Allah'tan yü z çevirten her
akide en kötü akidedir. Onun için, akidede göz önünde bulunduracağınız üç
şey vardır, Allah'a karşı sevgi, kişinin komşusuna acıması ve Allah'a karşı
gelen, O'na her gün karşı gelen kendinden nefret etmesi. Öyleyse, bu üç
temele zıt olan her akideden kaçın. Çünkü, o en şerli olandır.»
125. Hırs ve Tamah
«Şimdi de hırs ve tamaha dönüyorum; ve size diyorum ki, nefs bir şeyi elde
etmek istediği veya onu inatla koruduğu zaman, ki, «böyle bir şeyin sonu
olacak» demelidir. Eğer onun sonu olacaksa, onu sevmenin delilik olduğu
ortadadır. Bu bakımdan, kişiye yakışan, sonu gelmeyecek olanı sevmesi ve
korumasıdır.»
«Öyleyse, (bir insanın) haksızca kazandığı şeyleri hakça dağıtmakla, hırs ve
tamah sadakaya dönüşsün.
«Ve, sağ elin verdiğini, sol elin bilmemesine baksın. Çünkü, münafıklar
infakta bulunurken görünmek ve dünya tarafından övülmek arzu ederler.
Ama, boşunadır verdikleri, çünkü insan kim için çalışırsa, ücretini de ondan
alır. O halde, eğer insan Allah'tan bir şey alacaksa, onun Allah'a kulluk etmesi
yaraşır.
«Ve, infakta bulunurken, (verdiğiniz) her şeyi Allah sevgisi için Allah'a
verdiğinizi düşünmeye çalışın. Bu bakımdan, vermekte yavaş davranmayın
ve sahip olduğunuz şeyin, Allah sevgisi için en iyisini verin.
«Söyleyin bana, Allah'tan kötü olan bir şeyi almak ister misiniz? Ey toz
toprak, kesinlikle hayır! O halde, eğer Allah sevgisi için kötü olan bir şeyi
verirseniz, kendinize nasıl inanırsınız?
«Kötü bir şey vermekten hiç bir şey vermemek daha iyidir; çünkü,
vermemekle dünyaya göre bazı mazeretleriniz olacaktır; ama değersiz bir şey
vermek ve en iyiyi kendisi için alıkoymakta, mazeretiniz ne olacaktır?
«Pişman olmakla ilgili size söylemem gereken şeylerin tümü bu kadar.
Barnabas karşılık verdi: «Pişmanlık ne kadar sürmeli?»
İsa cevapladı: «İnsan günah içinde oldukça, daima tevbe etmeli ve pişman
olmalı. Dolayısıyle, insan hayatı boyunca her zaman günah işlediğinden,
daima da pişman olmalıdır; ayakkabılarınızın patladığı her vakit onları
onarıyorsunuz, ama ayakkabılarınıza ruhunuzdan daha çok dikkat
etmeyeceksiniz.»
126.
îsa, havarilerini çağırıp, «Gidin ve duyduklarınızı anlatın» diyerek, onları
ikişer ikişer tüm İsrail yöresine dağıttı.
(Havariler) baş eğdiler ve (îsa) elini başlarının üzerine koyarak dedi: «Allah'ın
adıyla hastalara sıhhat verin, cinleri çıkarıp atın ve benim başkahinin önünde
dediklerimi kendilerine anlatarak, İsrailîleri benim ne olduğum konusunda
aldatmayın.
Sonra, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve Yuhanna dışında hepsi ayrıldı; ve tüm
Yahudiye içine girip, İsa'nın kendilerine anlattığı gibi pişman olmayı
anlattılar, her türlü hastalığı iyileştirdiler. O kadar ki, İsrail'de, İsa'nın «Allah
birdir ve İsa Allah'ın peygamberidir» şeklindeki sözleri tasdik edildi ve bir
kalabalık gördüklerinde hastaları iyileştirmekle ilgili olarak İsa'nın yaptığını
yaptılar.
Ama, şeytan'ın oğulları Isa'ya eza etmek için bir başka yol buldular. Bunlar
kâhinlerle yazıcılardı. Ardından, İsa'nın İsrail üzerinde krallığa göz diktiğini
söylemeye başladılar. Fakat, avamdan korktukları için, Isa'ya karşı gizli gizli
plânlar kurdular.
Tüm Yahudiye'yi geçtikten sonra, Havariler İsa'ya geri döndüler, o da
kendilerini bir babanın oğullarını kabul ettiği gibi kabul ederek dedi:
«Söyleyin bana, Allah'ımız Rabb ne işler yaptı? Emin olun ki, şeytan'ın
ayaklarınızın altına düştüğünü ve onu bağcının üzümleri ezdiği gibi
ezdiğinizi gördüm!»
Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sayısız hastayı iyileştirdik ve
insanlara eziyet eden pek çok cinleri çıkarıp attık.»
İsa dedi: «Allah sizi affetsin ey kardeşler, çünkü her şeyi yapan Allah olduğu
halde, «biz iyileştirdik» demekle günaha girdiniz.»
O zaman dediler: «Budalaca konuştuk; bu bakımdan, ne diyeceğimizi bize
öğretin.»
îsa cevap verdi: «Her,iyi işte, «Allah yaptı» deyin, her kötü işte de «günah
işledim» deyin.»
«Böyle yapacağız» dedi Havariler ona.
Sonra îsa dedi: «îsrailîler, Allah'ın, benim elimle yaptıklarını şu kadar insanın
elleriyle de yaptığını görünce ne diyorlar?»
Havariler cevap verdi: «Tek bir Allah'ın bulunduğunu ve senin Allah'ın
peygamberi olduğunu söylüyorlar.»
îsa neş'eli bir yüzle karşılık verdi: «Ben, kulunun arzusunu hor görmiyen
Allah'ın kutsal adını tesbih ve ta'zim ederim!» Ve, bunu dedikten sonra
istirahata çekildiler.
127.
îsa çölden ayrılıp, Kudüs'e vardı; bunun üzerine tüm insanlar O'nu görmek
için mabede koşuştular. Mezmurlan okuduktan sonra îsa, yazıcıların çıkmak
adetinde oldukları mabedin kürsüsüne çıkarak, eliyle sus işareti yapıp dedi:
«Bizi alevli ruhtan değil, yeryüzünün çamurundan yaratan Allah'ın kutsal
adını tesbih ve ta'zim ederim, ey kardeşler. Günah işlediğiniz zaman, Allah'ın
huzurunda merhamet bulunuz ki, şeytan bunu hiç bulmayacaktır, çünkü o
gururu yüzünden, alevli ruh olması nedeniyle her zaman soylu olduğunu
söylediğinden bunu hiç bulmayacaktır.
«Duydunuz mu kardeşler, babamız Davud'un Allah'ımız için, toprak
olduğumuzu ve ruhumuzun gidip, bir daha geri dönmeyeceğini göz önüne
alarak bize merhamet etmiştir dediğini? Bu sözleri bilenler ne kadar
kutsaldır, çünkü onlar, günahtan sonra tevbe ederek ve günahları sürüp
gitmeyerek, Rabblerine karşı sonsuza değin günah işlemezler. Kendilerini
yüceltenlere yazıklar olsun, çünkü onlar Cehennemin yakıcı kömürleri
olarak azaltılacaklardır. Söyleyin bana kardeşler, kendi kendini
yüceltmenin nedeni nedir? Burada, yer ü zerinde herhangi bir iyilik var mıdır
acaba? Kesinlikle hayır; çünkü Allah'ın peygamberi Süleyman'ın dediği gibi,
«Güneşin altında bulunan her şey boştur.» Eğer dünyada bulunan şeyler
bize kendimizi kalbimizde yü celtme nedeni vermiyorsa, hayatımız çok
daha az verir (bu) nedeni; çünkü, insanın altındaki tüm yaratıklar bize karşı
savaştıklarından pek çok dert ve ızdıraplarla yüklüdür o. Yazın yakıcı
sıcağından niceleri can vermiştir, niceleri kışın soğuğundan ve donundan
ölmüştür; yıldırımdan ve doludan ölmüştür niceleri; niceleri de
hastalıklardan ve kıtlıktan veya vahşî hayvanlara yem olarak, yılanlar
tarafından ısırılarak, yemekten boğularak ölmüştür! Ey, her yerde tüm
yaratıkların kendisi için tuzak kurduğu ve altında ezilecek kadar kendini
yücelten talihsiz insan! Ya, yalnızca fena şeyler arzulayan beden ve nefs için,
günahtan başka bir şey teklif etmeyen dünya için, şeytan'a kulluk edip,
Allah'ın kanununa göre yaşayan herkese eziyet ve zulmeden lânetliler için ne
diyeyim? Açıktır ki kardeşler, eğer bir insan, babamız Davud'un dediği gibi
«Sonsuzluğa gözleriyle bakarsa günaha girer.»
«Kişinin kendini kalbinde yüceltmesi, bağışlanmaması için Allah'ın rahmetini
ve acımasını kilitlemekten başka bir şey değildir. Çünkü, babamız Davud der
ki: «Allah'ımız toprak olduğumuzu ve ruhumuzun gidip bir daha
dönmeyeceğini bilir. Kim kendini yüceltirse, toprak olduğunu inkâr etmiş
olur. Bu yüzden de ihtiyacını bilmeyerek yardım istemez ve böylece
yardımcısı olan Allah'ı kızdırır. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, şeytan kendi zavallılığını bilse ve her zaman Sübhan olan
Yaratıcısı'ndan merhamet isteseydi, Allah şeytan'ı bağışlardı.»
128. "Ey Duyulmamış Gurur..."
«îşte böyle kardeşler, ben yeryüzünde yürüyen ve size pişman olun ve
günahlarınızı bilin diyen bir insanım. Toprağım ve çamurum. Diyorum ki
kardeşler, Roma askerleri aracılığıyla şeytan, benim Allah olduğumu
söylediğinizde sîzi aldattı. Bu bakımdan, sahte ve yalan ilâhlara kulluk
ederek Allah'ın lanetine uğradıklarından, aman onlara inanmayın; babamız
Davud bile onlara şöyle lanet okur: «Ulusların tanrıları gümüş ve altındır,
kendi ellerinin eseridir; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır,
duymazlar; burunları vardır koklamazlar, ağızlan vardır yemezler; dilleri
vardır, söylemezler; elleri vardır dokunmazlar; ayakları vardır, yürümezler.»
Bu nedenle babamız Davud sağ ve diri olan Allah'ımıza dua ederek dedi:
«Onları yapanlar ve onlara güvenenler de onlar gibî olsunlar.» Ey
duyulmamış gurur, Allah tarafından topraktan yaratıldığı halde kendi
durumunu unutan ve kendi keyfine göre seve seve ilâh yaratan insanın ah bu
gururu! Burada o, sanki «Allah'a kulluk etmekte hiç bir yarar yoktur»
diyerek, Allah'la sessizce alay etmektedir. Çünkü yaptıkları bunu gösteriyor.
şeytan, size benim Allah olduğuma inandırarak, sizi bu duruma düşürmek
istedi ey kardeşler; çünkü bir sineği bile yaratamayan ve geçici ve ölümlü
olan ben her şeye kendim muhtaç olduğumdan, size yararlı hiç bir şey
veremem. O halde bunu yapmak Allah'a aitken ben her şeyde nasıl yardım
edebilirim?
«Öyleyse Allah'ımız olarak, sözüyle Kâinat'ı yaratan yüce Allah'ı alacak ve
başka dinden olanlarla ve ilâhlanyla alay mı edeceğiz?»
«Buraya, mabede dua etmek için iki kişi geldi; biri ferisi ve diğeri de bir vergi
kesenekçisiydi. Ferisi ibadet yerine yaklaşıp yüzünü yukarı tutarak şöyle dua
etti: «Şükürler olsun sana ey Allah'ımız Rabb, çünkü ben her kötülüğü yapan
öteki insanlar, günahkârlar ve özellikle şu vergi kesenekçisi gibi değilim.
Şundan ki, haftada iki kez oruç tutar ve varımın yoğumun onda birini
veririm.»
«Vergi mültezimi uzakta durup yere doğru eğildi ve göğsüne vura vura başı
eğik dedi: «Rabb, ben ne göğe, ne de ibadet yerine bakacak değilim, çünkü
pek çok günahlar işledim; bana merhamet et!»
«Bakın, size diyorum ki, vergi mültezimi mabetten ferisîden daha iyi bir
durumda indi; çünkü Allah'ımız tüm günahlarını afvedip onu temize çıkardı.
Ama ferisi vergi kesenekçisinden daha kötü durumda mabetten indi; çünkü
Allah'ımız yaptıklarını nefretle karşılayıp onu reddetti.»
129.
«Olur ya, bir insanın bahçe haline getirdiği ormanı kestin diye balta kendi
kendiyle öğünsün mü? Asla, çünkü her şeyi yapan insandır; baltayı da kendi
elleriyle yapmıştır.
«Ve sen ey insan, Allah'ımızın seni çamurdan yarattığını ve yapılan her iyiliği
sende (O'nun) yaptığını göre göre, iyi bir şey yaptım diye kendinle öğünür
müsün?
«Ve hangi nedenle komşunu hor görürsün? Bilmez misin ki, eğer Allah seni
şeytan'dan korumamış olsaydı, sen şeytan'dan daha kötü olurdun.»
«Şimdi bilmez misin ki, tek bir günah en güzel meleği en iğrenç şeytan yapar.
Ve dü nyaya gelen en tam insan Adem'i tü m soyuyla birlikte bizim
çektiklerimizi çeken zavallı bir varlık haline getirdi. O halde hiç korkmadan
kendi keyfince yaşayabileceğin faziletle ilgili hangi hükme sahipsin ki?
Yazıklar olsun ey çamur, çünkü kendini seni yaratan Allah'ın üstüne
çıkardığından, sana tuzak kuran şeytan'ın ayaklarının altına indirileceksin.»
Ve İsa böyle deyip ellerini Rabbe kaldırarak dua etti. Ve insanlar da «Amin,
Amin.» dedi. Duasını bitirince mabedin kürsüsünden indi. Bunun üzerine
başına pek çok hasta üşüştü ve onları iyileştirerek mabetten ayrıldı. O zaman,
İsa'nın hastalığını gidermiş olduğu bir cüzzamlı, Simun kendisini yemeğe
davet etti.
İsa'dan nefret eden kâhinler ve bilginler, Roma askerlerine İsa'nın tanrılarına
karşı söylediklerini bildirdiler. Kuşkusuz, O'nu öldürmenin yollarını aradılar,
ama bulamadılar, çünkü halktan korkuyorlardı.
İsa, Simun'un evine varıp, sofraya oturdu. Ve, yemeğini yerken gördü ki,
Meryem adında bir sokak kadını eve girip kendini İsa'nın ayakları altındaki
yere atarak onları gözyaşlarıyla yıkıyor, değerli bir yağ sürüyor ve başının
saçlarıyla siliyor.
Simun yemeye oturan herkesle birlikte bir rezaletle karşılaştığını düşündü.
Ve kalplerinden dediler: «Eğer bu adam bir peygamber olsa, bu kadının kim
ye ne türden olduğunu bilir ve onu kendisine dokundurmaz.»
İsa dedi: «Simun, sana söyleyecek bir şeyim var.» Simun karşılık verdi:
«Konuş ey muallim, çünkü sözlerini arzuluyorum»
130.
İsa dedi: «Bir adama iki kişinin borcu vardı. Biri alacaklısına elli kuruş, diğeri
beşyüz kuruş borçluydu. Sonra, bunlardan hiç birinin ödeyecek bir şeyleri
olmadığından paranın sahibi merhamete geîip borcu her ikisine de bağışladı.
Bunlardan hangisi alacaklısını en çok sever?»
Simun cevap verdi: «Kendisine daha büyük borç bağışlanmış olan.»
İsa dedi: «İyi söyledin; sana diyorum ki, öyleyse bu kadına ve kendine bak;
çünkü sen Allah'a iki kez borçlusun, biri bedeninin cüzzamından dolayı,
diğeri de ruhun cüzzamından dolayı, ki bu günahtır.
«Rabbımız Allah dualarımla merhamete gelip, senin bedenini ve ruhunu
iyileştirmek istedi. Sen bu bakımdan beni az seversin. Çünkü benden hediye
olarak az bir şey aldın. Ve böyle, ben evine gelince de benim ayağımı
öpmedin ve başıma da yağ sürmedin. Ama, bu kadın, bakın bakın! Senin
evine girer girmez, kendini doğruca ayaklarıma atıp, onları gözyaşlarıyla
yıkadı ve değerli bir yağ sürdü. Bu bakımdan, bakın size diyorum ki, ona pek
çok günahları bağışlandı, çünkü beni çok sevmiştir. Ve kadına dönüp, dedi:
«Huzur içinde var yoluna git, çünkü, Allah'ımız Rabb günahlarını
bağışlamıştır. Bir daha da günah işlememeye bak. İmanın seni kurtarmıştır.»
131."Gururdan Kurtulmak İçin Ne Yapılmalı?"
Havarileri gece ibadetinden sonra İsa'nın yanına varıp, dediler: «Ey muallim,
gururdan kurtulmak için ne yapmalıyız?»
İsa cevap verdi: «Yemek için bir reisin evine çağırılan bir yoksul gördünüz
mü (hiç)?»
Yuhanna karşılık verdi: «Ben Hirodes'in evinde yemek yedim. Şöyle ki, seni
tanımadan önce balığa gider ve Hirodes'in ailesine balık satardım. Böyle
böyle, ziyafet verdiği bir gün, ben o tarafa güzel bir balık götürürken beni
durdurdu ve orada yemek yedirdi.»
O zaman İsa dedi: «Şimdi, kâfirlerle nasıl yemek yedin? Allah seni bağışlasın
ey Yuhanna! Ama söyle bana, sofraya nasıl oturdun? En yüksek yeri mi
aradın? En nefis yemeği mi istedin? Sofrada, kendine soru sorulmadığı
zaman konuştun mu? Kendini sofrada oturan diğer kimselerden daha mı
değerli saydın?»
Yuhanna cevap verdi: «Allah sağ ve diridir ki, kralın baronları arasında
oturan kötü giyimli, yoksul bir balıkçı olduğumu görerek, gözlerimi
kaldırmaya cesaret bile edemedim. Böyle iken, kral bana küçük bir et parçası
verdiği zaman kralın bana gösterdiği teveccühün büyüklüğünden dünyanın
benim olduğunu sandım. Ve, işte diyorum ki, kral eğer bizim kanunumuza
uymuş olsaydı, hayatımın bütün günlerinde seve seve ona hizmet ederdim.»
İsa haykırdı: «Ses etme Yuhanna, çünkü, Allah'ın gururumuzdan dolayı
Ebiram gibi bizi Cehennem'e atmasından korkarım!»
Havariler İsa'nın sözleri üzerine korkudan titrerken, O yine dedi: «Bizi
gururumuzdan dolayı Cehennem'e atmaması için Allah'tan korkalım.»
«Ey kardeşler, bir reisin evinde ne yapıldığını Yuhanna'dan duydunuz mu?
Dünyaya gelen insanlara yazıklar olsun, çünkü, gurur içinde yaşarlarken
zillet içinde ölecekler ve şaşırıp kalacaklar.
«Bu dünya da, Allah'ın insanlara ziyafet verdiği ve Allah'ın tüm kutsal
(kul)Ianyla peygamberlerinin yemek yediği bir evdir. Ve, size diyorum ki
bakın, insan aldığı her şeyi Allah'tan alır. Bu bakımdan, insan kendi
değersizliğini ve Allah'ın bizi besleyen büyük nimetleriyle birlikte yüceliğini
de tanıyarak, en derin bir alçak gönüllülük içinde olmalıdır. Öyleyse, insanın
«ah, bu dünyada bu neden yapılır ve bu neden söylenir» demesi değil,
gerçekten, kendini dünyada Allah'ın sofrasında duracak değerde görmemesi
meşrudur. Ruhumun huzurunda olduğu Allah sağ ye diridir ki, burada,
yeryüzünde Allah (in elinden alınan hiç bir şey küçük değildir, öyleyse insan,
karşılığında tüm ömrünü Allah sevgisi için harcamalıdır.
«Allah sağ ve diridir ki, Hirodes'le yemek yemekle günah işlemiş değilsin ey
Yuhanna, çünkü senin yaptığın bize ve Allah'tan korkan herkese bunu
anlatman için Allah'ın bir takdiriydi. Böyle yapın» dedi. İsa havarilerine,
«dünyada, Yuhanna'nın Hirodes'in evinde onunla yemek yerken yaşadığı
gibi yaşayasınız, çünkü bu şekilde, gerçekten tüm gururlardan
kurtulacaksınız.»
132. Temsiller
İsa Galile denizi boyunca yürürken, çevresini büyük bir kalabalık aldı; bunun
üzerine, sahilden biraz ötede durmakta olan bir kayığa bindi. Ve, sesi
işitilebilecek kadar yakınlıkta karaya demir attı. Bunun üzerine, hepsi denizin
kıyısına gelerek, oturup sözlerini beklediler. O zaman ağzını açtı ve dedi:
«İşte, ekici ekmeye çıktı, ekerken ekinlerin bazısı yola düştü. Ve bunlar
insanların ayakları altında çiğnenip, kuşlar tarafından yendi; bazısı taşların
üstüne düştü, nem olmadığından sıçrayıp, güneşte yandılar; bazısı çitlerin
içine düştü, burada büyüdüklerinden, dikenler tohumları boğdu; ve bazısı da
iyi toprağa düştü, burada otuz, altmış ve yüz katına kadar meyve verdiler. İsa
yine dedi: «Bakın, bir aile babası bu tarlaya iyi tohum ekti; burada iyi adamın
hizmetçileri uyurlarken efendileri olan adamın düşmanı gelip, iyi tohumların
üzerine delice otları ekti. Bunun üzerine, ekinler çıkınca, aralarında bir hayli
delice otları çıktığı da görü ldü . Hizmetçiler efendilerine gelip, dediler: -Ey
efendi, tarlana iyi tohum ekmedin miydi? Neden orada bir hayli delice otları
da çıktı?» Efendi cevap verdi, «İyi tohum ektim, fakat adamlar uyurken,
adamın düşmanı geldi ve ekinler üzerine delice otları ekti.»
Hizmetçiler dediler: «Gidip, ekinler arasındaki delice otlarını söküp
koparmamızı ister misin?»
Efendi cevap verdi, «Böyle yapmayın, çünkü onlarla birlikte ekinleri de
koparırsınız; bunun yerine hasat zamanı gelinceye kadar bekleyin. O zaman
gider ve ekinler arasındaki delice otlarını koparıp yanmaları için ateşe atar,
ekinleri de anbarıma korsunuz.»
İsa yine dedi: «Pek çok adam incir satmaya gittiler. Ama, pazara
vardıklarında gördüler ki, insanlar iyi incirler değil de, güzel yaprakları
arıyorlar. Bunun üzerine, adamlar incirlerini satamadılar. Ve, bu durumu
gören kötü bir vatandaş dedi: «Muhakkak zengin olabilirim.» Ardından, iki
oğlunu çağırıp (dedi) : «Gidin ve kötü incirleri bulunan pek çok yaprak
toplayın.» Ve, bunları ağırlıklarınca altın karşılığı sattılar. «Çünkü insanlar
yapraklarından pek memnun oluyorlardı. Ama yaprakları yiyenler ağır bir
hastalığa tutuldular.»
İsa yine dedi: «Bakın ki, bir vatandaşın, tüm komşu vatandaşların pisliklerini
yıkamak için su aldıkları bir çeşmesi vardı; fakat, bu vatandaşın kendi
elbiseleri çü rüyü p gidiyordu.»
İsa yine dedi: «İki adam elma satmaya gittiler. Biri, elmanın kendine
bakmadan, altın karşısındaki ağırlığından dolayı, satmak için elmanın
kabuğunu seçti. Diğeri, elmaları elden çıkarıp, yalnızca yolculuğunda
yiyeceği ekmeği alabildi. Ama, altın karşısındaki ağırlığı nedeniyle insanlar,
onları kendilerine iştahla verene bakmadan ve onu hakir görmeden elmaların
kabuğunu aldılar.»
Ve, o gün İsa kalabalığa böylece temsillerle konuştu; sonra, onları dağıtıp,
havarileriyle birlikte Nain'e gitti; burada (bir) dul kadının oğlunu (Allah'ın
izniyle) diriltmişti; bu oğul annesiyle birlikte onu evine alıp, hizmette
bulundular.